BRİCS, ŞİÖ, AB ve NATO

Ülkemizin Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin tarafından kurulan ve daha sonra Güney Afrika’nın katılımıyla BRİCS adını alan Batı ekonomik değerleri karşıtı örgüte katılmak için resmi müracaatta bulunduğunun ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oluşumun 22-24 Ekim tarihlerinde Kazan’da yapılacak gelecek zirvesine katılacağının Rus makamları tarafından geçtiğimiz günlerde açıklanmasından sonra konu epeyce tartışılır oldu. Burada en çok dikkat çeken hususun açıklamanın Türk değil Rus makamları tarafından yapılmış olması, tersine Türk makamlarının bu konuda bir açıklamada bulunmaktan çekinmeleri olmuştur. Hatta müracaatın Dışişleri Bakanlığının bilgisi dışında yapıldığını iddia edenler de olmuştur.  Bu iddianın yalanlandığına ben şahsen rastlamadım.

Haber duyulduktan sonra konu enine boyuna epeyce tartışılır oldu. Çoğu yorumcu konunun boyutunun sınırlı olduğunu, ülkemize gelen sermayenin hala %70’inin AB ülkelerinden geldiğini ve bu ülkelere ihracatımızın toplamın %40’ını geçtiğini hatırlatmış gerek Rusya, gerek Çin’e ihracatımızın bunun yanında cüzi kaldığını ve artma potansiyelinin az olduğuna dikkat çekmişlerdir.  Gerçekten Mao sonrasında Çin ekonomisi dünyaya açılmaya başladığında rahmetli Özal her Çinliye bir mandalina satma hayalini dile getirmişti. Ne yazık ki o hayal aradan kırk yıl geçmesine rağmen bir türlü gerçekleşemedi.  Ülkemizin ihracatındaki en büyük yere sahip otomobil, tekstil ve giyim gibi kalemler zaten Çin’in alasını ürettiği ürünler olup ihracatımızı çeşitlendirme denemeleri şimdiye kadar netice vermemiştir.  Bundan sonra da yüksek teknoloji yarışında pek ilerleyemediğimize göre netice almamız şüpheli gözükmektedir. Zaten Çin’in dış ticaret yapısına bakıldığında daha çok ham madde ve ara mal ithal edip rekabet gücü eşsiz olan sanayi ürünü sattığını görüyoruz.  Nitekim ticaret açığı verdiği nadir ülkelerden biri olan Avustralya Çin ekonomisine sattığı bu ürünler sayesinde ticaretinde fazla vermektedir.

Nitekim  BRİCS sürecine katılımın ihracatımız üzerinde etkisinin sınırlı olduğu konusunda çoğu gözlemcinin mutabık olduğunu görüyorum. Bunun nadir istisnası konuya ideolojik bir şekilde yaklaşmakta olan ve Rusya ile Çin’in hala sosyalist ekonomilere sahip olduğunu zanneden, bazıları da Moskova ile Pekin’e anlaşılmaz bir yakınlık duyan yorumcular olmuştur.  Onlar iflah olmaz Batı düşmanlıkları içinde BRİCS ve belki sonradan Şangay İşbirliği Örgütüne (ŞİÖ) katılmamız suretiyle ülkenin Batıdan kopacağının hevesini yaşıyorlar.

Gerçekten de BRİCS ekonomik bir oluşum olmadığı ve ticareti serbestleştirmek gibi bir hedefi bulunmadığı için onunla ilişkileri geliştirmek ve hatta ona üye olmak ihracatımıza zerre kadar fayda getirmeyecektir.  Zaten BRİCS üyesi olsun veya olmasın hiçbir ülke piyasasını Çin ürünlerine daha fazla açma sonucunu doğuracak bir tercihli ticaret anlaşması yapmayı arzu etmeyecektir. Bizim de zaman zaman bazı hassas sektörlerde Çin’den yaptığımız ithalata koruma tedbirleri uyguladığımız malumdur.  Hatta BRİCS üyeliğimizin ülkemize yatırım yapmayı düşünen Çin sanayicilerini ürkütebileceği bile denebilir. Şöyle ki ülkemizde otomobil üretim yatırımında bulunmayı düşünen Çin’li sanayicilerin daha önce G. Koreli benzerlerinin yaptığı gibi üretimlerinin büyük bir kısmını Gümrük Birliği sayesinde AB ülkelerine satmayı hedefledikleri basın haberlerinde yer almıştır.  Ancak BRİCS üyeliği ülkemizin Batıdan uzaklaşma ve zaten sorunlu bir dönemden geçen Gümrük Birliğinin daha da zayıflamasına yol açarsa, Çinli yatırımcıların el emeği en az bizdeki kadar ucuz olan ve AB üyesi olma üstünlüğüne sahip bulunan Doğu Avrupa ülkelerini tercih etmeleri şaşırtıcı olmaz.  Bu nedenledir ki ülkemizde yatırımları bulunan Koreli Hyundai ülkemizdeki tesislerini geliştirmek yerine AB üyesi Slovakya’yı tercih etmiştir. BRİCS’e üyeliğimiz gerçekleşir ve bunun neticesinde AB ile bağlar daha da gevşerse bu durum karşılaşacağımız ciddi bir tehlikeyi teşkil edecektir.

BRİCS’e yanaşmanın AB’nin Gümrük Birliğini geliştirmek ve tam üyelik müzakerelerini askıdan indirmekteki isteksizliğinin sonucu olduğu görüşünü de kabul etmek mümkün değildir.  Bundan nerede ise yirmi yıl önce AB ülkemizle katılma müzakerelerini başlatma kararı almadan önce ülkemizden Gümrük Birliğinin AB ülkeleri arasında ayırım yapılmaksızın uygulanacağına yani (Rum) Kıbrıs’ı da kapsayacağına ilişkin bir teminat istemişti. Bu teminat bir bakanın imzasıyla verilmiş sonra bu taahhütten geri dönülmüştür.  Katılma müzakerelerin ölü doğmasının başlıca nedeni bu olmuştur.  Bu müzakereler akamete uğradıktan sonra Gümrük Birliğinin derinleştirilmesi ve kapsamının genişletilmesi gündeme geldiğinde aynı sorun ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla AB’ni protesto etmek ise amaç BRİCS onun yöntemi değildir.  Yapılacak olan şey ciddi bir şekilde masaya oturmak ve en azından Gümrük Birliğinin geliştirilmesi önündeki Kıbrıs engelini kaldırmaktır. 

Ancak birçok yorumcunun da belirttiği gibi amaç Batıya yanaşmak değil, tersine ondan uzaklaşmaktır.  Gerçekten de BRİCS’in teşekkül tarzına bakıldığında motor konumundaki Rusya ile Çin’in uzaktan veya yakından demokrasi ve hukukla ilgisi olmadığı, Brezilya, Hindistan ile Güney Afrika’nın ise yarı demokratik rejimlere sahip oldukları söylenebilir. Ortak özellikleri Batı karşıtlığından öteye gitmemektedir.  Gerçi Hindistan Başbakanı Modi hem Moskova’da hem de Vaşington’da devlet ziyareti protokolüyle ağırlanma özelliğine sahip olmuştur. Bu özelliği de son yıllarda başka bir liderle paylaştığını hatırlamıyorum. En azından Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bu jestler yapılmamıştır. Biden yönetiminin Modi’ye böyle göz kırpması ülkesinin bağımsızlığından bu yana Çin’le toprak ihtilafları dahil sıkıntılı ilişkilere sahip olmasının bir neticesidir.  Nitekim Hindistan hedefi Çin olduğu açık bulunan Dörtlü (Quad) Güvenlik Diyaloguna Avustralya, Japonya ve ABD ile taraftır. Quad’a Kore, Filipinler, Vietnam, Yeni Zelanda gibi özellikleri Çin’in denizlerdeki saldırgan politikasından endişe duyan ülkeler de davet edilmekte olup, kimisine göre bu bir Uzak Doğu Nato’su şeklini alacaktır.

Her hal ve karda Çin ile Hindistan arasındaki gergin ilişkiler BRİCS’in etkin bir rol oynamasını engellemektedir.  Diğer taraftan da dünya nüfusunun %45’ini bir araya getiriyorsa da dünya ekonomisinin sadece %28’ini temsil etmektedir.  Üye ülkeler arasında tek güçlü ekonomi Çin’inkidir.  Ancak Xi Jinping dönemi ile ülke piyasa ekonomisini terk edip bir çeşit vahşi devlet kapitalizmine yönelmeye başladıktan sonra Çin ekonomisi teklemeye yüz tutmuştur.  COVİD-19 buhranı kötü yönetilmiş, inşaat sektörünün bir balon olarak şişmesine, balonun da milyonlarca yatırımcıyı mağdur etmek suretiyle patlamasına izin verilmiş, Çin ekonomisi dünya ekonomisini sürükleyebilecek kapasitesini kaybetmeye başlamıştır.  Nitekim BRİCS’in hedefi olan ABD dolarına alternatif bir ödeme sistemi kurma projesi aradan geçen yıllara rağmen gerçekleşememiştir.  Dünya döviz rezervlerinin %65-70 ABD doları, %25’i Euro şeklinde muhafaza edilirken, Çin Renmibisinin payı %2.3’te kalmıştır.  Bunun başlıca nedeni Çin parasının konvertibl olmaması ve sağlam bir hukuki altyapısının bulunmamasıdır.  Konvertibl olmayan bir paranın rezerv olarak kullanılması haliyle mümkün değildir.

Dolayısıyla      BRİCS üyeliğinin ekonomik getirisinin çok sınırlı, hatta belki de negatif olduğunu varsaymak mümkündür.  Buna rağmen katılma iradesi varsa ki bu satırları yazdığımda hala ciddi bir teyit veya tersine yalanlama gelmemişti, tek nedenin Batıya sırt çevirme niyeti olduğunu söylemekten başka bir sonuç çıkarmak mümkün değil gibi geliyor. Yön veya eksen değiştirme ihtimali ne yazık ki bununla sınırlı değil.  BRİCS başarısız bir ekonomik model yaratma girişimi ise, Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) benzer bir modeli iç ve dış güvenlik için kurmaya çalışmaktadır. Burada Rusya ve Çin’in etrafına bu sefer ilk önce Orta Asya devletleri katılmıştır.  Resmi dillerinin Rusça ve Çince olması herhalde anlamlıdır. Hindistan’ın örgüte 2017 yılında üye olması yukarıda bahsettiğim Çin’le sorunlu ilişkilerinden dolayı bir ittifaka dönüşmesini engellemektedir.

Ülkemiz ŞİÖ’da 2012 yılından bu yana diyalog partneri olarak adlandırılan ve gözlemcilikten de sınırlı olan bir statüye sahiptir. Zaman zaman tam üyelik konusu gündeme geliyorsa da bu konuda henüz adım atıldığı duyulmamıştır.

Ülkemizin BRİCS adaylığının Çin ve Rusya’da çok büyük bir heyecan yaratmadığı basında yer aldı.  Bu da çok şaşırtıcı olmamalı. Ülkemiz NATO üyesi olarak son olarak 8 Temmuz Vaşington zirvesinde kabul edilen ve Rusya’yı alenen düşman, Çin’i de hasım veya rakip olarak tanımlayan sonuç bildirisine Cumhurbaşkanı düzeyinde onay verdi.  Cumhurbaşkanı bu belgeye onay vermemiş olsaydı kararların oydaşma ile alındığı ittifakta sonuç bildirisi kabul edilemezdi.  Ancak İsveç’in ittifaka üyeliğinin geçici bir şekilde de olsa vetoya tabi tutulduğu zamankinden çok daha ciddi bir kriz şüphesiz meydana gelirdi.  Belli ki iktidar böyle bir krizi göze alamadı.

Bununla birlikte bir taraftan Rusya ile Çin’i karşısına alan bir ittifak mensubu olacaksınız, diğer taraftan da onların Batı karşıtı ekonomik model ve askeri güç oluşturma çabalarına ortak olacaksınız, işte orada sıkıntı çıkar.  Nitekim hiçbir NATO üyesi, AB üyesi veya aday ülke ne BRİCS’e ne de ŞİÖ’ye üye olmaya çalışmıştır.  AB ve NATO içinde çıban başı olan Macaristan dahi bunu yapmaya çalışmamıştır.

Ülkemizde özellikle iktidar ve Çin ile Rusya sevdalıları cephelerinde dünyanın çok kutuplu olmaya doğru gittiğini, ülkemizin de böyle bir ortamda stratejik otonomisini arttırmak istemesinin doğal olduğunu iddia eder dururlar. Oysa dünya çok kutuplu bir yapılanmaya doğru gitmiyor. Soğuk savaş sonrası tek kutuplu yapı belki ortadan kalktı.  Ancak yerini tekrar iki kutuplu bir yapı aldı.  Bir tarafta ABD ve Avrupa, diğer tarafta Çin ile Rusya. Ortada da eskiden olduğu gibi bağlantısız sayılan ülkeler.  Bunlar her iki blokun dışında kalan ve her ikisinin iltifatıyla karşılaşan ülkelerdir. Hindistan bugünlerde bunların başlıcası ve bu nedenle her iki taraf için cazibesi var.  Başbakan Modi’nin Vaşington’da gördüğü olağan üstü itibarın nedeni de buydu. Ancak son yıllarda en azından paylaştığı Çin tehdidi nedeniyle ABD ve Çin karşıtı bölge ülkelerine yanaşmakta olması temel güvenlik konusunda tercihinin nerede olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

BRİCS üyelik adaylığımızın ne şekilde karşılanacağı henüz belli değil.  Ancak gerek Rusya gerek Çin’in Vaşington zirvesi sonuç bildirisine evet diyen bir ülkenin konumuna sarahat getirmesini, ayrıca Çin’in ülkemize sığınmış Uygurların iade edilmesi gibi talepler dile getirmesi şaşırtıcı olmaz. Rusya’nın da Ukrayna savaşıyla ilgili olarak bazı taleplerle gelmesi beklenebilir.  Bunları karşılamak Batı ile yeni buhranlara yol açabilecektir.  Böyle buhranlara da ekonomimizin hiç ihtiyacı olmadığı açıktır.  Bu nedenledir ki Maliye Bakanı Şimşek daha geçenlerde Londra’da yaptığı bir konuşmada BRİCS konusunda ülkemizde bir karar alınmadığını söyleyerek duyulan endişeleri yatıştırmaya çalışmıştır.  Umarım başarılı olmuştur.

Bu arada iktidarımız ile muhalefetimizin en az bir bölümü çok kutuplu dünya ile stratejik otonomi sevdası ile kavruladursun, ülkemizin Batı için güvenilir bir ortak ve müttefik olarak görülmediğinin sonuçlarına her gün yenisi ekleniyor.  Biz Batıdan uzaklaştıkça, Batı bölgemizde kendisine yeni ortaklar arıyor.  Buna da şaşırmamak gerekir.  Bu arayışın en son örneği bizim Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olarak adlandırmakta ısrar ettiğimiz, ancak tüm dünyanın Adanın tek meşru temsilcisi olarak tanıdığı Kıbrıs Cumhuriyeti ile ABD’nin son günlerde askeri bir iş birliği anlaşması imzalaması olmuştur. Kıbrıs artık ABD ile fiili bir ittifak içine girmiştir. Geleneksel dış politikamızın başlıca hedeflerinden biri (Rum) Kıbrıs’ı Batı ülkelerinden uzak tutmaya çalışmaktı.  Uzunca bir süre da bu konuda başarılı olabildik diyebilirim.  Ancak Adayı kendi ellerimizle AB üyesi yapmak yetmezmiş gibi akılcı bir çözümü hep reddetmek ve ülkemizde ABD düşmanlığını körüklemek suretiyle şimdi de ABD ile ittifaka girmesini sağladık.  Doğrusu Kıbrıs Rumlarının bugünkü iktidarımız ile bir önceki selefine teşekkür borcu her gün biraz daha kabarıyor.