Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde yeni teğmenlerin “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atması göründüğünden çok daha önemli bir hadise. Bunun ne anlama geldiğini anlamayanlar -veya anlamazdan gelmeyi yeğleyenler- şöyle diyorlar: “Ne var ki bunda! Cumhuriyetimizin kurucusunun askeri olmayacaklar da kimin askeri olacaklar?”
Buradaki mesele Atatürk’le ilgili değil oysa. Disiplinin her şey demek olduğu bir kurumdan bahsediyoruz bir defa. Genç teğmenlerden kalabalıkça bir grup resmi tören programının dışına çıkıp hep birlikte “slogan” atıyorlar. Türkiye’de yaşayan, askeriyeyi tanıyan herkes için bu olay olağandışı bir gelişme demektir. Atılan sloganın içeriği bu anlamda hiç önemli değildir.
İki ihtimal var: Ya Harbiye mezunları bu eylemi emir komuta içinde gerçekleştirdi ya da komutanlarını hiçe sayarak kendi kendilerine planlayıp uyguladılar. İlk ihtimal daha düşük bir ihtimal. Çünkü mevcut Komuta kademesinin siyasi iktidarla ne kadar uyumlu olduğu ortada.
Herkesin farkında olduğu gerçek şu ki 15 Temmuz’dan sonra TSK tamamen siyasi iktidarın kontrolüne girdi. Hatta “Oradaki öğrencileri biz almadık, güvenemeyiz” diyerek harp akademilerini, askerî liseleri, astsubay hazırlama okullarını ve GATA’yı kapattılar. Bu okullardaki bütün öğrenciler başka okullara dağıtıldı. 2016 mezunları teğmen yapılmadı, onlara da başka okulların diplomaları verildi.
Kapatılan askeri okullar daha sonra Milli Savunma Üniversitesi’nin çatısı altında birleştirildi. “Burada demokrasi yanlısı askerler yetiştireceğiz” açıklaması yapıldı.
Yetişenlerin ne derecede demokrasi yanlısı olarak yetiştiğini bilemeyiz ama bu gençlerin çok hassas kriterlerle seçilip eğitildiklerini biliyoruz. Meşruiyeti getiren askeri kadroların Sultan Hamid’in açtığı okullarda yetişmesi gibi bir şey değil bu. O okullara -imtiyazlılar kontenjanı mevcut olsa da- milletin her ferdi çocuğunu gönderebiliyordu. Bugünkü okullardan mezun olan öğrencilerin ise tamamı doğrudan “Bizimkiler” arasından seçilmeye çalışıldı. Kılı kırk yaran araştırmalarla belirlendiler, seçilmiş hocalarla ve yeni bir müfredatla eğitildiler.
Demek ki bugün “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atan teğmenlerin aslında “AK Parti’nin askerleri” olarak yetişmeleri gerekiyordu. Böyle olmadığı görülmüş oldu.
Burada iktidar partisi adına bir trajedi var. Bir de çok açık bir başarısızlık. Her alanda olumsuz sonuçlar doğuran Türk tipi otokrasinin bu alandaki yansıması.
Ama aynı zamanda bütün ülkeyi ilgilendiren bir mesele. İktidar sözcüleri askerin siyasetten uzak olacağı bir düzen vadetmişlerdi. Komuta kademesini iktidarın vitrini olarak kullanmak daha cazip geldi. Valiler, büyükelçiler ne kadar siyasete uzaksa komutanlar da o kadar uzak. Genelkurmay Başkanları emekli olunca AK Parti’den milletvekili oluyorlar.
Bu bakımdan Harbiyedeki slogan olayının emir komuta düzeni içinde gerçekleştiğini düşünmek zor. Eğer öyleyse görünenden de daha vahim bir trajedinin seyircileriyiz demektir.
AK Parti şimdiye kadar konu hakkında resmi ağızlardan bir yorumda bulunmadı. Ancak iktidar partisi adına konuştuğu bilinen belli kişilerin mezuniyet törenindeki slogan olayına ilişkin değerlendirmeleri “darbe çağrısı”, “cunta hayali” gibi kavramlarla ifade edildi.
Bugünün Türkiye’sinde hâlâ darbe, cunta gibi kavramların siyasi gündemde yer alması rahatsız edici. Diğer yandan, ikide bir darbelerden cuntalardan söz edip durmak iktidarın onca zamandır “vesayet odaklarına son verme” vaatlerinin yerine getirilmemiş olduğunun itirafı.
Şu var ki askerin siyaset üzerindeki tedirgin edici özelliği bugün ortaya çıkmış bir sorun değil. Tam aksine bugüne kadar çözülememiş bir sorun. Elinde silah olan elinde silah olmayanları korkutuyor.
Amerikan ordusu, İngiliz ordusu, Fransız ordusu bizim ordumuzdan daha güçsüz değil. Ama oralarda siyasetçilerin aklına askerden korkmak gelmiyor. “Asker bu işe ne der” diye düşünmüyor oradakiler. Üniformalı herhangi bir kişinin en sıradan hareketine derin anlamlar yükleme alışkanlıkları yok. Bizde var. Pakistan’da, Mısır’da, Suriye’de, Irak’ta falan var bir de. Afrika ve Güney Amerika ülkelerini hiç saymıyorum.
Bunun sebebine ilişkin herkesin bir açıklaması var. Kimileri askerimizin içinde yeniçeri ruhunun yaşıyor olmasına bağlıyor bunu. Kimileri cumhuriyetimizi asker kadroların kurmuş olmasına.
Kültürün ve geleneklerin ülke yönetiminde ve halkın siyaset anlayışında etkisi olur elbette. Ama Batı demokrasileriyle aramızdaki fark buradan kaynaklanmıyor. Hukukun düzenleyici ve denetleyici rolünün mevcut olup olmamasıyla ilgili bir mesele bu. Hukuki bir düzenin siyaset kurumunun da diğer bütün kurumların da üstünde olmasına izin veren ülkelerle buna gerek görmeyen ülkeler arasında fark. Elinde güç olanın hukuktan azade olmasına imkan verilmeyen ülkelerle gücün hukukunu uygulamayı seçen ülkeler arasında fark.
Dolayısıyla ABD, İngiltere, Fransa gibi dünyanın en güçlü ordularına sahip devletlerde askerin siyaset üzerinde ciddi bir etkisi yokken, Mısır’da, Suriye’de, Mozambik’te tam aksi bir durumun mevcudiyeti gücü hukukun üstünde kabul etme anlayışıyla ilgili bir durum.
Türkiye’de hâlâ cuntalardan darbelerden söz edilmesi de maalesef bu alanda bir üst lige çıkmayı başaramamış olmamızın sonucu.