Geçtiğimiz hafta Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 2019 yılından bu yana ilk defa Avrupa Birliğinin yılda iki kez aday ülkeler Dışişleri Bakanlarıyla yaptığı gayrı resmi toplantısına katıldı. Bu toplantının özelliği, Macaristan’ın yılın ikinci yarısında yürütmekte olduğu dönem başkanlığına rastlamasına rağmen alışılmışın aksine o ülkede değil, Brüksel’de yapılmasıdır. Macaristan başbakanı Orban’ın demokrasi, hukuk ve insan haklarından gittikçe uzaklaşması, buna karşılık Putin ve Şi Jinping gibi diktatörlere yanaşması neticesinde AB’nin diğer üyelerini karşısına aldığı için, Bakanlar onun ülkesinde toplanmayı uygun görmediler. Normal olarak ev sahibi ülkenin bir şatosunda ve adını ilk buluşmanın 1974 yılında yapıldığı Almanya’daki şatodan alan Gymnich toplantısı bu sefer Brüksel’de, pek şatoya benzemeyen AB Konseyinin cam, beton ve çelik binasında yapıldı. AB karar alma mekanizmalarının tipik bir uzlaşı arayışının neticesinde Macaristan’ın talebi üzerine Türkiye’de beş yıllık aradan sonra toplantıya davet edilmiş oldu. Bu davet yönetim tarzları birbirlerine çok benzeyen Macaristan Başbakanı Orban’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir jesti olarak görülmelidir.
Bu toplantı üst düzey bir Türk görevlisinin Avrupalı karşıtlarıyla uzun bir aradan sonra topluca yaptığı ilk görüşme oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa Siyasi Topluluğunun son üç toplantısına protokoller gerekçeler öne sürülerek katılmaması muhataplarıyla düzenli diyalog imkanından kendisini mahrum ediyor. Bu bakımdan Dışişleri Bakanının bu toplantıda iktidarın görüşlerini muhataplarına iletme fırsatı bulmuş olması şüphesiz faydalı olmuştur. Bu tür davetlerin eskisi gibi her altı ayda bir yapılmasını arzu etmek istiyorum ancak olacağına da pek ihtimal vermiyorum. Diyalog Brüksel’de oldu ama görülebildiği kadar bu bir sağırlar diyalogunun ötesine gitmedi. Kaldı ki Gymnich toplantıları gayrı resmi düzeyde yapıldığı için zaten herhangi somut bir karar alındığı bir forum teşkil etmiyorlar. Öğle yemeği formatını alan toplantının yer yer gergin geçtiği yabancı basın haberlerinden anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Bakan Fidan’ın toplantıdan memnuniyetle ayrıldığını belirtmesi kopmuş olan ipleri tekrar bağlama arzusunda olduğunun işareti sayılmalıdır.
Peki bu toplantılara davetler neden kesildi? Gerekçelerine kısaca bakmakta fayda var.
Ülkemizin Doğu Akdeniz’in tartışmalı sularında tek taraflı olarak yürüttüğü hidrokarbon araştırma çalışmalarına tepki olarak AB Konseyi üst düzey siyasi diyalogu ve ekonomi, enerji ile ulaştırma gibi konularda yine üst düzey temasları askıya alma kararı almıştı. Daha düşük düzeyde diyalog toplantılarına 2022 yılında tekrar başlanmış olmasına rağmen bunların da çok düzenli bir şekilde yapıldığı söylenemez. İktidar Doğu Akdeniz’deki araştırma faaliyetlerine son verip, gemilerini geri çektikten sonra AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi 29 Kasım 2023 tarihinde üye devletlere sunduğu ve onların talebi üzerine hazırlanan yol haritasında diyalogun tekrar başlatılmasını önermişti. Önerilerin arasında Türk Dışişleri Bakanının “ihtiyaç halinde” Gymnich toplantılarına davet edilmesi dahil üst düzey diyalogun yeniden başlatılması de vardı. Ancak bu öneri Doğu Akdeniz’de ülkemizin yeniden tek taraflı faaliyetlerde bulunmaması şartına bağlandı. Aradan geçen dokuz aylık süre zarfında AB üyeleri bu raporu onaylamamış, hatta gündemlerine de almamıştır. Rapor yayınlandıktan sonra yılın ilk yarısında cereyan eden Belçika dönem başkanlığı sırasında düzenlenen Gymnich toplantısına Bakan Fidan yine davet edilmedi.
Yüksek Temsilcinin raporunda vatandaşlarımız için gittikçe daha acil bir sorun haline gelen vize serbestisi konusunda da iki tarafın 2013 yılında başlattığı ve vizelerin kaldırılmasını hedefleyen Vize Serbestleşmesi Diyalogunun öngördüğü yol haritasında yer alan 72 kriterin altı tanesinin hala yerine getirilmediğine dikkat çekilmekte, buna karşılık vize itasında bazı kolaylaştırmalara gidilmesi önerilmektedir. Ancak aradan geçen süre içinde ne kriterlerin iktidar tarafından yerine getirilme iradesini ne de önerilen ancak kabul bekleyen yöntemsel düzeltmelerin yapıldığını gördük. Tersine, basın haberlerine bakılırsa durum her gün biraz daha vahimleşiyor. Tabii AB ülkelerinin vize kolaylaştırma yoluna gitme konusundaki iştahsızlıkların başlıca nedeni her yıl gittikçe artan sayıda ve yüzbinleri geçen ülkemiz kökenli kaçan göçmenler sorunu olduğu açıktır. Buna karşılık toplantı sonrasında yaptığı açıklamalarda Bakan Fidan altı kriterin yerine getirilmesi konusunda ilgili kurumların çalışmalarını sürdürdüklerini duyurdu. Bu çalışmaların on yılda tamamlanamamış olması iktidarın pek bir acelesi olmadığının işareti sayılmalıdır. Aslında eksik kriterlerin en önemlisini teşkil eden Terörle Mücadele Kanunu’nun AB’nin istediği şekilde kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi standartlarına uyarlanması mümkün olabilse ülkemiz çok farklı bir yer olurdu.
Raporda ülkemizin en azından görüntüde talep ettiği Gümrük Birliğinin modernizasyonu konusu da yer almaktadır. Yüksek Temsilci Gümrük Birliğinin öngörüldüğü şekilde tüm üye ülkelere (burada Kıbrıs kastediliyor) uygulanmaması ciddi bir sorun olarak devam etmekte olduğuna dikkat çekmekle beraber, ülkemizde Gümrük Birliğine aykırı sayılan ve şikâyete konu teşkil eden tedbirlerin sayısının azalmakta olması memnuniyetle karşılanmaktadır. Kıbrıs konusunda herhangi bir ilerleme olmadığı gibi basına bakılırsa Çin elektrikli otomobil yatırımlarını teşvik etmek için potansiyel yatırımcılara vaat edilen gümrük vergisinden muaf 100.000 otomobili ülkemize ithal etme hakkının verilmesi yeni bir baş ağrısı konusu teşkil edeceğe benzer. Bundan 30 yıl kadar önce aynı teşvik Uzak Doğulu başka bir yatırımcıya verildiğinde ülkemiz ile AB arasında uygulanması gereken ortak gümrük tarifesini deldiği için Gümrük Birliğine tamamen aykırı olan bu uygulamanın bir daha tekrarlanmayacağı yolunda zamanın başbakanının karşıtına yazdığı bir mektupla konu kapatılmıştı. AB’nin Çin’den ithal ettiği elektrikli araçlara haksız rekabete yol açtıkları gerekçesiyle ilave gümrük vergisi koyduğu bir ortamda ülkemiz üzerinden bu vergiyi delerek araç girmesini kabul etmesini ve ses çıkarmamasını beklemek doğru olmaz. Bu uygulama gerçekleşirse en azından Türkiye’den gelecek ithalatın AB tarafından denetime alınması ve bu şekilde Gümrük Birliğine bir darbe indirilmesi çok muhtemel olacaktır. Bir diğer ihtimal tabii bu arabaların piyasaya sürülmeden malum çevrelerce ucuza kapılması olacaktır. Bu yönde bir taahhüt verilmesi sorunu çözebilir belki.
Kıbrıs konusunun Brüksel’deki yemekte gündeme geldiği ve Bakan Fidan’la tartışmaya yol açtığı anlaşılmaktadır. Toplantı sonunda Bakan Fidan Kıbrıs sorununun Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerde engel olarak ortaya çıkmasının sağlıksız olduğunu söyledi. Sağlıksız bir durum olabilir ancak en az 40 yıldır devam ediyor. AB’nin tutumunun değişmesini beklemek doğru olmaz.
AB ile mevcut ve herhangi bir ilerleme görülmeyen diğer bir alan ise kaçak göç sorunudur. 2023 yılında kaleme alınan Borrell raporunda, ülkemiz üzerinden Yunanistan’a ve oradan AB’ne giden kaçak göçte 2015-2016 yıllarına nazaran önemli bir azalma meydana gelmiş olmasına karşılık, 2022-23 döneminde %34 oranında bir artışın gözlemlendiğine dikkat çekilmekte, ayrıca Geri Kabul Anlaşması uyarınca yapılması gereken Türkiye’ye iadelerin de Mart 2020’da Covid-19 gerekçe gösterilerek durdurulduğuna işaret edilmektedir. Bu alanda da raporun yayınlandığı tarihten bu yana bir gelişme olduğunu duymadım.
İlişkilerin normalleşmesinin raporda şartları sıralanırken Doğu Akdeniz ve Kıbrıs konularına ilaveten, ülkemizin Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü saldırı savaşındaki tutumu, NATO genişlemesi, Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihli saldırısından sonra iktidarın Orta Doğu sorunundaki siyaseti ve ayrıca hukukun üstünlüğü ile insan hakları durumuna da dikkat çekilmektedir. Bunlardan bir tek İsveç’in NATO üyeliğine ülkemizin koyduğu vetonun kalkmasıyla bir ilerleme meydana geldiği söylenebilir. Diğer alanlarda, AB kurumlarının tümünün ülkemizden beklenti listesinin başında gelen hukukun üstünlüğü ve demokrasi alanlarında herhangi bir ilerleme olmadığı gibi geriye gidişin hızlandığı da açıktır.
Yüksek Temsilcinin raporu üzerinde bugüne kadar herhangi bir işlemin yapılmamış olması AB’nin ülkemizle ilişkileri normalleştirme iradesinin artık kalmadığının açık bir işareti olarak görülmelidir. Bunun birçok nedeni var tabii. Ancak 1999 yılında ülkemize adaylık statüsü verildiğinden bugüne kadar hem AB hem de ülkemiz çok değişti. Türkiye zaten hiçbir zaman gerçek anlamda laik bir devlet değilken artık her gün biraz daha İslam Cumhuriyeti olma yönünde ilerliyor, ayrıca eskiden ağır aksak bir şekilde de olsa ilerleyen bir parlamenter demokrasiye sahipken bugün tek kişinin iradesinin hâkim olması, parlamento ile siyasi partilerin iktidara meşruiyet vermekle sınırlı figüranlar haline dönüşmüş olmaları ülkemizi olmazsa olmaz AB, hatta evrensel değerlerinden iyice kopartmıştır. Bu değerlere geri dönmek ise mevcut iktidar değişmedikçe pek olası görünmemekte zira üzerinde oturduğu dalı kesmek istemesini kimse beklememelidir.
Ülkemiz son 25 yıl içinde AB değerlerinden uzaklaşırken, AB’nin de bizden uzaklaştığı maalesef bir gerçektir. Türkiye İslamlaştıkça, Avrupa ülkelerinde Müslüman kökenli terörizmin de etkisiyle yükselen İslamofobi’nin neticesinde AB ülkeleri için bir ortak olmaktan çıkmış, tehlikeli bir hasım halini almaya başlamıştır. Eskiden tüm eksikliklerimize ve iflah olmaz siyasi ve ekonomik istikrarsızlığımıza rağmen düzelme ve güvenilir ortak olma irademiz mevcuttu. Bu irade de karşılık buluyordu. Bir hayli tereddütten sonra ülkemize 1999 yılında adaylık statüsü verilmiş olması bu irade gösterisinin karşılığıydı şüphesiz. Ancak hem ülkemizde hem de AB’de artık o günler tamamen geçti, ülkemizdeki rejim değişmedikçe ve hukukun üstünlüğüne sahip işleyen bir demokrasiye dönüşmedikçe geri dönmesi beklenmemelidir.
Dolayısıyla geçtiğimiz hafta yapılan Gymnich toplantısının arkasının gelmesini beklemiyorum. Yanılmayı çok isterim ama olacağını sanmıyorum.