Ülkeyi bugünkü enflasyon krizine sokan adım 2021 Eylül ayında atıldı. Eylül başında enflasyon yüzde 19, Merkez Bankası politika faizi de yüzde 19 idi. Ve bütün sinyaller enflasyonun yavaş yavaş yükselme eğilimi içinde olduğu yönündeydi. Yapılması gereken şey Merkez Bankası’nın politika faizini iki üç puan artırıp enflasyondaki yükseliş eğiliminin önünü kesmesiydi. İşte tam o sırada geçmişten beri gelen faiz haramdır, faiz sebep enflasyon sonuçtur söylemlerine dayalı bir faiz politikası yürürlüğe kondu ve politika faizi düşürülmeye başlandı. Benim de aralarında olduğum iktisatçılar ve aklı başında diğer meslek erbabı “bu yaptığınız yanlıştır, enflasyonu arttıracaksınız, ekonomiyi krize sokacaksınız” diye itiraz ettik. “Nas var size ne oluyor? Haram olan faizi savunmayın” dendi bize.
Faiz indirimleri devam etti, enflasyonun artışı hızlandı ve aradan iki ay geçmeden bu kez kurlar da yükselmeye başladı. Paniğe kapılan yönetim, bu kez kur yükselişini durdurmak için, bir çeşit kur garantisi sistemi getiren, kur korumalı mevduat (KKM) uygulamasını yürürlüğe koydu. Böylece insanların Türk Lirasından kaçıp dövize yönelmesini önlemeye çalıştılar. Kuşkusuz bu geçici bir düzenlemeydi. İnsanlar dövizlerini bozdurup KKM üzerinden Türk Lirasına dönseler de vade dolduğunda tekrar dövize geçmek hedefinden vaz geçmediler. Bu yolla kuru tutma hedefine ulaşılmış olsa da enflasyonu durdurmak mümkün olamadı. Ardından KKM’nin kamu kesimine giderek daha büyük bir yük yarattığı konuşulmaya başlandı. Çünkü bankaların ödemesi gereken faiz düşük kalıyor, aradaki fark KKM adı altında Hazine ve Merkez Bankası tarafından ödeniyordu. Böylece Hazine ve Merkez Bankası (2023ün yarısından sonra sadece Merkez bankası), bankaların faiz giderlerinin önemli bir bölümünü üstlenmiş oluyordu.
2023 yılı Haziran ayına geldiğimizde ekonomi tam bir açmaz içindeydi. Merkez Bankası’nın politika faizi yüzde 8,5, enflasyon yüzde 38,2 düzeyindeydi ve KKM hesapları ekonomiye içinden çıkılmaz maliyetler yükler durumdaydı. O aşamada, bu girdaptan çıkabilmek için, faizlerin yükseltilmesine karar verildi. İki yıl önce “haramdır” denilen ve “nas var” diyerek düşürülen faiz artık bir kurtarıcı olarak görülmeye başlanmıştı. Tam olarak bir “denize düşen yılana sarılır” olgusu yaşanıyordu. Toplumun bir kesimi bu ifrat ve tefrit arasında gidip gelirken bu kez iktisatçıların bir bölümü faizin bir seferde enflasyon düzeyine çıkarılması gerektiğini, benim de aralarında bulunduğum bazıları da faizin, tıpkı düşürülüşünde olduğu gibi yavaş yavaş yükseltilmesi gerektiğini savundular. Faizin indirildiği gibi yavaş yavaş artırılması gerektiğini savunmamın nedeni yüzde 8,5 olan faizin bir veya iki adımda enflasyon düzeyine yükseltilmesi halinde iflaslarla karşılaşılabileceğini düşünmemizdi. Merkez Bankası da benim düşündüğüm şekilde davranarak politika faizini yavaş yavaş artırma yolunu seçti ve zaman içinde 50 düzeyine kadar yükseltti. Buna şaşırmadım desem yalan olur, çünkü düşüncelerimin Merkez Bankası yaklaşımlarıyla kesişmesi pek karşılaştığım bir durum değil.
Ben, iktisatçıların ve konuyla ilgili diğer meslek mensuplarının çoğundan farklı olarak bizim gibi alt yapısı sağlam olmayan, riskli ekonomilerde faizin tek başına ekonomiyi batırabileceğini ama tek başına ekonomiyi kurtarmaya yetmeyeceğini, o nedenle faiz artışının yanında mutlaka hukukun üstünlüğünden başlayarak yapısal reformların[i] yapılmaya başlanmasının gerektiğini ısrarla söyledim[ii]. Bu farkı vurgulamak için de hep acil servise getirilen kanamalı bir hastaya yapılacak muameleyi örnek verdim. Böyle bir durumda hastanın kan kaybından ölmesini önlemek için yapılacak ilk iş kanamayı durdurmaktır. O aşamada hastayı emar çektirmeye yollamak testler yapmak mümkün değildir, doğru da değildir. Önemli olan o aşamada hastayı yaşatmaktır. Kanama durdurulup da hastanın ölüm tehlikesi kalktıktan sonra hemen testlere, emar analizlerine başlanarak bu kanamaya neyin sebep olduğunu teşhis etmek ve ona göre tedavi uygulamak gerekir. Faiz ve yapısal reform ilişkisi de böyledir. Enflasyonu durdurabilmek için faiz artırılır ama hemen ardından ekonominin bu halde olmasına neden olan riskler sıralanarak tek tek onlar giderilmeye çalışılır. Çoğu yapısal sorunlardan, sistemin yanlış oluşturulmasından kaynaklanan o riskleri gidermek yapısal reformları yapmak demektir. Bu yolla ekonomi için daha uygun, daha önü açık bir çerçeve yaratabilmek mümkün olur. 2023 Haziranından başlayarak faiz yavaş yavaş artırıldı ama yapısal reformlara girişilmedi. Yani kanama durduruldu ama asıl nedeni araştırılmadı. O nedenle de ekonomide geçici bazı iyileşmeler olsa bile kalıcı düzelmeye işaret edecek hiçbir emare ortaya çıkmadı. Hatta faiz artışının yarattığı carry trade, ekonomiyi öyle bir aşamaya getirdi ki döviz mevduatına üç aylık vadede yüzde 10 döviz faizi öder olduk.
Bu aşamada yapısal reformlara başlanması olasılığı var mı? Sanmıyorum. Çünkü o reformlara ihtiyaç duyulan ortamı yaratanlar iktidarda bulunuyor. Bir başka deyişle sorunu yaratanların sorunu çözmeleri pek öyle rastlanan bir durum değil. Bunu gördüğüm için carry trade kazançlarını biraz azaltmak amacıyla faizin yavaş yavaş (ikişer puandan fazla olmamak kaydıyla) düşürülmesini savunuyorum. Tahmin edebileceğiniz gibi bana diyorlar ki “düne kadar faiz artırılsın diyordun şimdi indirilsin diyorsun bu çelişki değil mi?” Değil tabii, çünkü ben faiz artırımıyla birlikte yapısal reformların devreye sokulmasını öneriyordum, onlar olmadan faizin ekonomiyi kurtaramayacağını söylüyordum, bu konuda sayısız yazım ve söyleşim var. Yapısal reformlara girişilmediği gibi sözü dahi edilmedi. Özetle benim iki ayaklı önerimin ikinci ayağı hiç gündeme gelmedi, bir başka deyişle yapılan eylem topal kaldı.
Daha ilginci, şimdi ben faiz yavaş yavaş indirilmeli dediğimde itiraz ediyor ve bana karşı faizi savunuyorlar. Dün haramdır dedikleri faizi, bugün kurtarıcı görüyorlar.