Ört ki Ölem

AK Parti, geçen hafta 23 yaşına girdi. Bu 23 yılın 22 yılı iktidarda geçti, yani AK Parti bir nevi iktidarda doğdu. 2002’den 2024’e kadar yapılan bütün yerel ve genel seçimlerde AK Parti sandıklardan birinci parti olarak çıktı, cumhurbaşkanlığı seçimlerini ve halkoylamalarını kazandı. Bunun muazzam bir başarı olduğu açık; zira 1946’dan bu yana tecrübe ettiğimiz Türkiye’nin çok partili siyasi hayatında AK Parti’nin bu müthiş sandık performansının bir benzeri yok.

Ülkenin -yaklaşık- çeyrek asrına AK Parti damgasını vurdu. Muhalefet AK Parti ile boy ölçüşebilecek bir alternatif yaratamadığından bütün seçimler hep uzak ara AK Parti’nin galibiyetiyle neticelendi. Erdoğan ve partisini böylesine rakipsiz kılan en mühim dinamik, AK Parti’nin toplumun farklı kesimlerinin istemlerini karşılamaya dönük bir politik hat oluşturmada ve bu kesimlerle birlikte yürüyebilmede mahir olmasıydı. 

İlk 10 yılında AK Parti, bu çerçevede, çok kritik adımlar attı. Mesela, içinde bir muhtıra ve parti kapatma davası da barındıran kıran kırana bir kapışmanın ardından askeri vesayeti geriletti. Muhafazakâr-dindar çevrelerin en yaralayıcı sorunu olan başörtüsü yasağının üstesinden geldi. AB’ye tam üyelik yolunda ciddi bir mesafe katetti. Bir tabu olan Alevi meselesine el attı ve çözümü için inisiyatif aldı. Kürt meselesinde Cumhuriyet tarihinin en radikal hamlelerinin altına imza attı. Milli geliri dört kattan fazla (3.000 dolardan 12.500 dolara) artırdı. Şehirleşmeye ivme kazandırdı. İktisadi açıdan dezavantajlı kesimlerin eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlere daha rahat erişmesini sağlayacak tedbirleri aldı vs. 

“Mücadeleci, kurucu ve kapsayıcı siyaset”

AK Parti, farklı kimliklerin bu tür adalet, eşitlik ve özgürlük taleplerine omuz verdikçe zeminini güçlendirdi. Müesses nizama karşı “mücadeleci”, memleketin kadim problemlerine karşı “kurucu” ve farklılıklara karşı “kapsayıcı” bu siyaset tarzı, AK Parti’nin demokratik ve siyasi meşruiyet alanını genişletti. Muhalefet ise buna cevap üretmediği oranda dar alana hapsoldu ve iktidar süresi uzadıkça AK Parti, politik kudretini daha bir tahkim etti. 

Ancak, 2013’ten ve bilhassa 2015’ten itibaren AK Parti, bu yörüngeden çıktı. Elbette birdenbire olmadı bu; gerek AK Parti’deki iç iktidar kavgaları ve gerek AK Parti’nin kendisi için bir varlık ya da yokluk sorunu olarak değerlendirdiği bazı hadiseler (Gezi olayları, 17-25 Aralık süreci, hendek savaşları, 15 Temmuz darbe teşebbüsü) bu çıkışı tetikledi ve hızlandırdı. 

Böylece AK Parti başka bir forma büründü. Daha dün boğaz boğaza geldiği gruplarla (MHP, Perinçek, ulusalcılar) uzlaştı. Özgürlük ve eşitlik gibi kavramları, mecbur olmadıkça, ağzına almaz oldu. Beka söylemine sarıldı. Tersinden bir kuruculuğa soyundu; kollarını -demokratik değil- otoriter bir yapının mimarı olmak için sıvadı. Kapsayıcılığı bir kenara bıraktı, “millilik ve yerlilik” üzerinden memleketi sert bir kutuplaşma atmosferine soktu. Haklar ve özgürlükleri kısıtladı. 

2018’de bu yeni siyaset, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS)” denilen ucube bir sistemin yürürlüğe girmesiyle zirveye çıktı. Ne var ki, Türkiye’yi uçuracağı ve kısa bir vakitte bir dünya gücü haline getireceği söylenen bu sistem, her alanda gerilemeyi de beraberinde getirdi. 

Bütün yetkileri tek bir merkeze bağlayan ve denge-denetleme mekanizmalarını ortadan kaldıran bu sistemle birlikte iktisadi, siyasi ve hukuki sahada peşi sıra krizler yaşandı. Milli gelir düştü, enflasyon patladı, faizler uçtu, döviz kuru aldı başını gitti. Haklar çiğnendi, yasaklar hortladı, kayyım uygulamasıyla seçme ve seçilme hakkı bile askıya alındı. Adalete olan güven yok mesabesine indi, mahkemeler birbirine girdi, TBMM işlevini kaybetti, Anayasa Mahkemesi’nin kararları bile tanınmaz oldu. 

Rol Değişimi 

Hülasa AK Parti, iktidar yolculuğunda birbirine tamamen zıt iki yol takip etti. İlk yol ülkenin önünü açarken, ikici yol ülkeyi çıkmaza soktu. Ancak buna rağmen seçmen Mart 2024’e kadar AK Parti’yi ilk sırada tutmaya devam etti. Zannımca bunun başlıca iki sebebi vardı: 

İlki, iç ve dış tehditlerin (şehir çatışmaları, darbe teşebbüsü, Suriye iç savaşı) ciddi görülmesi ve önceliğin bu tehditlerin bertaraf edilmesine verilmesiydi. Seçmenlerinin bir kısmı, partilerindeki değişimi kabul etmeseler de, mazur gördüler. İkincisi ise, muhalefetin seçmen çoğunluğunda, ülkeyi idare edebileceğine dair yeterli güveni oluşturamamasıydı. 

Fakat zamanla bu sebeplere dair kanaatler de değişmeye başladı. AK Parti’nin güvenlik ve beka siyasetini tehditlerle sınırlı tutmayıp süreklileştirmesi ve yaygınlaştırması, bazı yol ayrımlarını kaçınılmaz kıldı. Farklı kesimlerin hakkı-hukuku için devlete karşı bir itiraz olarak sahneye çıkan AK Parti’nin giderek devletçileşmesi ve statükonun yılmaz savunucusuna dönüşmesinin, partinin tabanında bir daraltma yaratması kaçınılmazdı. 

Keza muhalefet de eski muhalefet değildi. Artık devlet adına topluma parmak sallayan bir CHP yoktu. Aksine, eskiden uzak durduğu ya da karşısına aldıklarıyla iletişime girmek için çaba sarf eden, mevcut durumdan rahatsız olan herkesin talep ve itirazlarının sözcüsü olmaya çalışan, devlete karşı toplumu savunan bir çizgiye talip olan bir CHP vardı. 

Bu keskin rol değişiminden dolayı seçmen, her iki tarafı da yeni bir değerlendirmeye ve sorgulamaya tabi tuttu. Neticede iktidar için menfi, muhalefet için müspet bir tablo oluştu. Mart-2024’e bu ortamda gelindi. AK Parti ilk defa bir seçimde birincilik basamağındaki yerini kaybetti ve CHP’nin gerisinde kaldı. 

“Mental yorgunluk”

AK Parti için bu yeni bir durum; bununla başa çıkabilecek mi, tekrar eski günlerine dönebilecek mi, bunu bekleyip göreceğiz. Mamafih gelen ilk işaretler, AK Partililerin yüreğine su dökecek cinsten değil. Çünkü partinin ağır yapısal sorunları var. Belli başlılarını şöyle sıralayabiliriz: 

Misal AK Parti, çok uzun süren bir iktidardan kaynaklı “mental yorgunluk” yaşıyor. “Metal yorgunluk” birkaç kişinin görevden uzaklaştırılmasıyla giderilebilir ama partinin hücrelerine sinmiş bir mental yorgunluktan kurtulmak o kadar kolay olmaz. 

İktidar giderek daha fazla şahsileşiyor ve bu da AK Parti’nin gerçek bir parti olma kimliğini silikleştiriyor. Bugün Erdoğan’ı çıkardığınızda geriye bir AK Parti kalır mı, belli değil. CHS’nin en trajik sonuçlarından biri, Erdoğan’a güç kazandırdıkça partinin varlığını anlamsızlaştırması oldu. 

AK Parti, Anadolu’yu dönüştürdü. Bugün AK Parti öncesi dönemle kıyas kabul etmez ölçüde şehirleşen, her ne kadar şimdilerde zayıflasa da orta sınıflaşan ve eğitim düzeyi yükselen bir Anadolu var. Kamusal alanda kadının görünürlüğünün, sözünün ve etkisinin arttığı yeni bir sosyoloji oluşuyor. Ama AK Parti kendisinin dönüştürdüğü bu sosyolojinin meydan okumalarına karşı yanıt oluşturabilecek politikaları üretemiyor.

AK Parti, sivil hüviyetini kaybediyor, devletleşiyor. Partinin temsiliyeti sivil aktörlerden ziyade devlet memurlarınca yerine getiriliyor. Dünün mağdurları iktidara sahip olunca, bugün başka kesimleri mağdur ediyor. Parti, halktan uzaklaşıyor; sokağın sesine ve hassasiyetine yabancılaşıyor, devlet soğukluğuyla üstenci, nobran ve parmak sallayan bir dile müracaat ediyor.     

AK Parti’nin Kürtlerle arasına kapanması zor bir mesafe girmiş durumda ve bu mesafe sürekli açılıyor. MHP ile ittifaktaki ısrar, AK Parti’nin Kürt tabanını eritiyor. Kürt meselesini çözmede siyasi perspektifin kaybedilmesi de, AK Parti’yi demokrasiden uzaklaştırıp otoriterliğe mahkûm ediyor. Düşünün, iş yaya geçitlerindeki Kürtçe ibarelerin silinmesine kadar varmış durumda. 

AK Parti’de devamlılığın teminat altına alması için, şimdiden Erdoğan sonrasının planlaması icap ediyor. Ancak partiyi beklediği aşikâr olan bu soruna gözler kapatılıyor; “post-Erdoğan” düşünülmeyen ve hatta düşünülmesi teklif dahi edilmeyen bir sorun muamelesi görülüyor. Meselenin bu derece dokunulmaz ve konuşulmaz kılınması, partide yeni aktörlerin sahneye çıkması engelliyor. 

Peki, kuruluş günü kutlanırken bütün bu sorunlar açık bir şekilde tartışılıyor mu? Masanın üzerine konulup üzerlerinde beyin fırtınası yapılıyor, alternatif senaryolar yazılıyor mu? Yok. AK Parti bunun yerine, başka partilerden milletvekilleri ve belediye başkanlarının partiye katılmasını bir müjde olarak sunuyor. 

Ya da AK Parti mesaisinin hatırı sayılır bir kısmını, kaba kuvvetten başka bir meziyetine tanık olmadığımız bir milletvekilinin attığı yumruğu gerekçelendirmeye harcıyor. AK Parti giderek, Alpay Özalanların ve canhıraş bir biçimde onu savunanların rengini alıyor. 

Ne derler bu durumda bilirsiniz: Ört ki ölem!