Artan jeopolitik riskler, uluslararası ticaret yollarına dönük tehditler, küresel piyasalardaki ani şok dalgaları... Türkiye, sıcak çatışma odaklarının kıyısında, oldukça zorlu coğrafyada, hassas bir ekonomik reçete uyguluyor. Ülkemizin dışında cereyan etmekle birlikte bizi doğrudan etkileyen kontrol dışı faktörlerin sayısı, program dâhilinde kontrol altında tutulabilen faktörlerden hayli fazla!
Ayrıca... "Ekonomik programa sahip çıkanların sayısı ile programın teklemesini bekleyenlerin sayısı arasındaki dengede terazinin hangi kefesi ağır basıyor?" diye sorulacak olursa... Programın pek çok iç ve dış aktörün karşıtlığına rağmen işlediğini söylemekle yetineyim. Ama bir hususu da eklemeden geçmeyeyim. Şu anda müzmin muhalif grupların izlediği ve sistematik olarak açık aradığı alan "ekonomi!" 31 Mart 2024 senaryosunu Mayıs 2028'e kadar canlı tutmak isteyen muhalefet, ekonomide hızlı iyileşme emarelerinden elbette memnun değil. Yani, dili ile kalbi arasındaki çelişki büyük! Ekonominin toparlanmasının, seçmen tercihlerine etkisini öngörebildikleri gibi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın açık ara önde giden liderliği ve tecrübesi ile baş edemeyeceklerinin de farkındalar!
Gelelim meramımıza...
Önceki gün Ankara Büromuzda konuk ettiğimiz Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'le çok geniş bir yelpazede sohbet ettik. Şimşek'in açıklamaları gazetemizde ve A Haber'de yayınlandı, güncel bilanço manasında epeyce ses getirdi.
Bu noktada kişisel izlenim ve tespitlerimi paylaşmak istiyorum...
Birinci konu enflasyon. Kanımca, programın başarısının mutlak kriteri, hayat pahalılığının durdurulmasına endeksli. Bildiğiniz gibi enflasyonun gerilemesi, fiyatların hemen düşmesi anlamına gelmiyor maalesef. Sadece fiyatların artış hızı yavaşlıyor. Bu nedenle hissedilir refah için enflasyonun kalıcı olarak tek haneye indirilmesi gerekiyor. Halihazırda enflasyonda trend aşağı yönlü olsa da düşüş hızını frenleyen riskler de ön planda. Tarımdaki arz sıkıntıları, kira fiyatları, hizmet sektöründeki katılıklar, eylül ayında okulların açılması ile başlaması muhtemel fiyat hareketleri, enerji, ulaşım ve tütün mamulleri kaynaklı fiyat ayarlamaları... Bu yönüyle bakıldığında Merkez Bankası'nın riskleri hesaba katarak hedef belirlediği anlaşılıyor. Programa olan güvenin mutlak olarak pekişmesi ise yılsonunda enflasyonun daha önce ilân edildiği gibi yüzde 42 ve altında kalmasına bağlı görünüyor.
İkinci konu, kayıt dışılık ve vergi düzenlemeleri. Kurallara uyumlu çalışan firmaların en büyük sorunu sendikasız ve merdiven altı çalıştırılan işçiler. Kabul edelim ki Türk sanayii açısından işçilik hâlâ ana maliyet unsurlarının başında geliyor. Ve vergi. Görünen o ki... Büyük işletmelere dönük yaygın inceleme dönemindeyiz. Küçük ve orta ölçekli işletmeler için de hasılat tespiti günleri başlıyor. Serbest meslek mensupları ve ticaret erbabı bakımından da beyan edilen ortalama gelirlerin eş değer işi yapanlarla karşılaştırıldığı bir süreç söz konusu.
Üçüncü konumuz ise işi ve hayatı idame kabiliyeti... Enflasyonda tek haneye ulaşılıncaya, deprem illeri yeniden ihya ve imar edilinceye kadar Türk özel sektörünün, ihracatçı firmaların kendi göbeklerini kendilerinin kesmeleri, ileriye dönük projeksiyonlarında da Ankara'dan ilave beklentiye girmeksizin yol almaları kaçınılmaz duruyor!