İki ayrı “Suriye problemi” bulunuyor önümüzde. İlk olarak, 2011’de bu ülkedeki iç savaşa dahil olmamızın sonucu olarak bugün ülkemizde sayıları en az üç milyonu bulan sığınmacılarla ilgili sorun var. İkincisi, yine komşu ülkede yaşanan iç savaşın sonucunda sınırımızın güneyinde bir PKK devleti kurulmak üzere. Bir kısmı ABD’nin, öbür kısmı Rusya’nın himayesi altında faaliyet gösteren örgütün devletleşme riski.
Her iki sorunun da vaktiyle yapılan yanlış hesapların, hatalı tercihlerin sonucu olduğu vakıa. İç savaşın en fazla altı ayda biteceği, Esad’ın gideceği, Türkiye’nin himayesi altında bir rejim tesis edileceği düşünülüyordu. Dolayısıyla o hengamede ülkemize sığınan insanların da kısa sürede kendi vatanlarına dönecekleri bekleniyordu. Hiçbiri olmadı.
Ülkemizi her manada köşeye sıkıştıran iki büyük problem ortaya çıktı ve giderek bu problemlerin çözümü daha da zorlaştı.
Aradan geçen onca zaman boyunca sığınmacı probleminin yok sayılması, devletin bir göç ve göçmen politikasının mevcut olmaması, ne kalacakların entegrasyonu ne de gideceklerin planlaması ve hazırlığı yolunda adım atılmaması acı bir gerçek. Ne var ki bunu konuşup durmaya devam etmek bir şeyi değiştirmeyecek.
Suriye iç savaşına dahil olmamızın doğru mu yanlış mı olduğunu tartışmanın da artık fazla manası yok. O zaman “yapmayın, etmeyin” dedik, dinlemediler. Ama bugün artık “Biz demiştik”demenin fazlaca anlamı yok. İktidarı yapmış olduğu o yanlışın hesabını vermeye çağırmak da gereksiz. Hiçbir şeyin hesabını vermeye yanaşmayan, aslında hep doğru yaptığını savunan, ortadaki sorunların dış güçlerin veya içerideki muhalefetin eseri olduğunu iddia eden bir iktidar bu. Teflon tava gibi hep tertemiz kalıyor, üzerine hiçbir şey yapışmıyor.
Geçmişteki yanlışlar üzerine konuşmaya devam ettiğimizde enerjimizi boşa harcamış olacağız demek ki. Belki de geçmişte yapılan hataların hesabını sormayı biraz ileriye erteleyerek doğrudan bugüne odaklanmak gerekiyor şimdi.
Şimdi hükümete 2011 ve sonrasında yaptığı yanlışların hesabını sormaktan daha önemli olan bugünlerde doğru olanı yapmasına yardımcı olmak belki de. Suriye konusunda doğru bir siyaset izlenirse bunun sonucu ülkemize fayda getirir, yaşadığımız sorunlara çözüm getirir. Bu konuda ümitli olmak için fazlaca sebep olmasa da…
Ülkedeki bütün kesimlerin, bütün kurumların, aydınların, siyasetçilerin hiçbir siyasi hesap yapmadan bu konulara ilişkin bir milli politikanın oluşturulup uygulanması için bir araya gelmeleri ve gerektiğinde ellerini taşın altına koymaları lazım.
Tabii en başta iktidarın bu kapıyı açması gerekiyor. Bu işin üstesinden tek başına gelemeyeceğini bilerek Türkiye’nin dış politikasını yeniden iç siyasetin dışında ve üstünde milli bir konu olarak ele alması gerekiyor.
Gelgelelim kendilerinin böyle bir derdi var gibi görünmüyor. Eski alışkanlıklardan, eski kavga ve kutuplaşma dilinden kendilerini kurtaramıyorlar. Cihan yansa refleksleri değişmiyor.
Erdoğan daha geçen gün şunları söyledi: “Bu muhalefet sürekli kışkırtıcılık yapmaya devam ediyor, rahat durmuyor. Hala kalkıyor, mültecilerle uğraşıyor.”
Geçtiğimiz hafta bazı Anadolu şehirlerinde Suriyeli sığınmacıları hedef alan nahoş hadiselerin “muhalefetin mültecilerle uğraşması neticesinde ortaya çıktığı” iddiası açıkça temelsiz. Zaten yaşanan olayların AK Partinin ve Cumhur ittifakının kalesi durumundaki Kayseri, Konya gibi yerlerde baş göstermiş olması da bunun kanıtı.
Bu bir yana, elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin, muhalefet bugüne kadar sığınmacılar sorununu istismar etmek isteseydi edemez miydi?
CHP’nin çözüm önerisi yıllardır değişmedi. Kılıçdaroğlu döneminden bu yana hep şunu söylüyorlar: Esad’la görüşüp anlaşarak ve AB fonlarından kaynak tedarik ederek sığınmacılar için Suriye’de dönebilecekleri bir ortamı hazırladıktan sonra kardeşlerimizi ana vatanlarına kavuşturacağız.
Bunun gerçekçi bir proje olup olmadığı tartışılır. Şahsen bana hiç uygulanabilir gibi görünmüyor. Ancak yapıcı bir yaklaşımın ifadesi olduğunu inkar edemezsiniz. İşin kolayına kaçıp halkı sığınmacılara karşı kışkırtmaya yönelmek yerine tarafların tümünü memnun edebilecek bir çözüm bulma çabası var bu yaklaşımda. Şu veya bu sebeple CHP’den hoşlanmıyoruz diye bu gerçeği inkar edemeyiz.
Erdoğan bir de Beşar Esad ile işleri düzeltmeye çalıştığı bir ortamda muhalefetin kendisine engel çıkarttığını iddia ediyor. Biz düzeltmeye uğraşıyoruz, onlar bırakmıyor demeye getiriyor.
Oysa ana muhalefet lideri Özgür Özel daha geçen hafta söz konusu problemlere bir çözüm bulmak amacıyla Esad ile görüşeceğini açıklamıştı. Demek ki bugün itibarıyla iktidar partisinin sorunu sona erdirmek için benimsediği çözüm yoluyla ana muhalefetin çözüm önerisi kesişmiş durumda. (Daha doğrusu iktidar muhalefetin durduğu yere gelmiş durumda.) Öyleyse bu konuya ilişkin olarak oturulacak bir masada hükümetin muhataplarını ikna etmesini kolaylaştıracak, “Yarın ben gitsem bile devletin meseleye yaklaşımı değişmeyecek” diyebilmesini sağlayacak bir imkan bu.
Bana sorarsanız, Suriye meselesinde işler o kadar karışık ki hiçbir “çözüm” meseleyi tam olarak çözemez. Belki kısmi rahatlamalar getirebilir. Yakın vadede ne sınırımızdaki PKK tehdidini tamamen ortadan kaldırmak ne ülkedeki sığınmacı sorununu bütünüyle sona erdirmek mümkün. Ama yine de hem iktidar hem muhalefet aynı çözüme inanıyorlarsa neden hükümet bunu fırsata çevirmeye gönülsüz?