Kamuoyu günlerdir, eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesine ilişkin 22 tutuklu sanığın yargılandığı davayı konuşuyor.
Ben de ilk duruşmayı izledim.
Daha dava başlamadan MHP ve Ülkü Ocakları’nın yarı resmi yayın organı olan gazetede ben dahil üç arkadaşımın fotoğrafları kullanılarak alakasız bir haber içeriği ile hedef gösterildik.
Sosyal medyada bulunan hesaplardan Ateş cinayetiyle ilgili iddianame dışında yer alan bilgiler ile paylaşımlar yapılmaya başlandı. Hatta sadece Sinan Ateş dosyası ile ilgili haber yapan gazeteciler değil Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş hedef alınarak paylaşımlar yapılmaya başlandı.
Davanın cinayeti aydınlatmak için değil MHP ve Ülkü Ocakları’na FETÖ merkezli bir kumpas amacı ile kurulduğu iddiasını savunarak bu yönde paylaşımlar yapmaya başladılar.
Nihayetinde duruşmada tetikçi Eray Özyağcı ve azmettirici Doğukan Çep19 ay önce verdiği ifadelerini reddetti ve yeni bir iddia ortaya koydular.
Rahat tavırları, gazetecilere dönük söylemleri ve hareketleri mahkemedeki herkesin dikkatini çekti.
Doğukan Çep, Yargıtay’da kesinleşmiş (!) dosyası için Sinan Ateş’ten ricacı olmuş ve 650 bin TL para vermiş. Sinan Ateş dosyayı halletmemiş, telefonlarına çıkmamış. Doğukan Çep, “Bu adamı vuracağım” demiş. Eray Özyağcı da “Abi sen değil ben vururum” demiş.
Eray Özyağcı savunmasında, “Ben sadece Sinan Ateş’in sağlı sollu ayaklarına ateş ettim efendim. Bana yanındakiler ateş etti. En son şöyle bir ses duydum; ‘Reisi vurduk, reisi vurduk’ diyorlardı” diye savunma yapmıştı. Ankara’ya gelmiş ve ayaklarına ateş etmiş. Kesinlikle öldürme kastı yokmuş, kaçarken “Reisi vurdum” diye bağırıldığını duymuş. Muhtemelen yanındaki kişiler Sinan Ateş’i vurmuş!
Daha önce İstanbul’a geldiğini beyan eden Eray Özyağcı da İstanbul’a değil araba bagajında İzmir’e gittiğini beyan etti.
Uzun uzun kim ne dedi anlatmaya gerek yok.
Mahkeme salonunda sergilenen yeni senaryo bu.
İfadeleri dinledim.
Doğukan Çep’e, yaralamak için Eray Özyağcı silahının yanında uzatılmış şarjör diye tabir edilen 35 mermi alan şarjör ile gelmiş. Yaralamak isteyen neden bu kadar hazırlıklı olur sorusuna cevap veremedi.
Tetikçi cinayet silahını kaçırdığı ve kaç silahı bulunduğu bilinmediği için doğal olarak iddianamede de bu yönde bir tespit yok. Sanıklar ve sosyal medyadaki savunucuları, Sinan Ateş’in yanında bulunan Ahmet Keçik ve Selam Bozkurt’un olay esasında kullandığı silahları sakladığını, 5-6 saat sonra başka silahların Emniyet’e teslim edildiğini, Sinan Ateş’in bu silahlarla öldürüldüğünü iddia ediyor.
Serdar Öktem’in ve Tolgahan Demirbaş’ın da cinayet şüphelisi olmadığını beyan ediyorlar.
Tolgahan Demirbaş, Sinan Ateş cinayeti dosyasında bulunan Sinan Ateş’in ev konum bilgilerini neden istediğini şöyle anlatıyor: “Mersin’deki yaşanan olaylardan sonra tepki gösterme kararı aldık. Pankart asacaktık bunun için ev bilgilerini istedim.”
Bunu çok defa tekrarladı.
Müşteki avukatlarından birisi sordu:
“Siz ilk konumu 10 Mart tarihinde istemişsiniz Mersin’deki olay ise 15 Mart tarihinde gerçekleşiyor. Siz 1 hafta önceden olacakları sezip bu nedenle mi Sinan Ateş’in ev bilgilerini istediniz?”
Tolgahan Demirbaş, “Bilirkişi raporu hatalı” demekle yetindi.
Daha önce Tolgahan Demirbaş’ın sokakta gözaltına alındığına dair rapor olduğu belirtilmişti. Mahkeme sürecinde Emniyet yetkilisi Tolgahan Demirbaş’ın Olcay Kılavuz’un evinde gözaltına alındığına dair tutanağı mahkemeye sundu. Mahkeme ara kararlarında -ki bana göre de- haklı olan tahliye kararları verdi. 10 kişi adli kontrolle serbest kaldı. Mahkeme talepleri reddetti ve savcıya mütalaa için 17 Temmuz tarihi verildi.
Belki rekordur bilinmez ama bu kadar çok iddianın olduğu 17 ayrı şüpheli için ayrı bir soruşturmanın sürdüğü bir olayda davanın araştırma yapılmadan hızlı şekilde sonuçlandırılması hem sanıklar hem müştekiler açısında sıkıntı doğuracağı açık. İddialar ve ortaya çıkması gerekenler belli ki havada kalacak. Bu tarz siyasi suikastların arkasında bambaşka örgütlenmeler, güçlü siyasi ayaklar olduğu için pek bir sonuç beklemiyorum açıkçası.
Bugün Yasin Hayal, Ogün Samast gibi adamlar nasıl elini kolunu sallayarak dışarıda dolaşıyorsa bunlar da üç beş sene sonra aynı şekilde hayatlarına devam edecek.
Bu biraz da Türkiye’nin köhne geçmişinden kalma “derin” alışkanlığıdır.