Ekonomi, bugün anladığımız kapsamda olmasa da, muhtemelen insanlık tarihi kadar eski bir ilişkiler yumağı olsa gerek. Bir yiyecek bulan insanın onu yemesi, tüketimi, bir kısmını ertesi güne saklaması tasarrufu temsil eder. Bunlar ekonomi biliminin en temel unsurları arasında yer alıyor. Üçüncü temel unsur üretimdir. Üretimin ortaya çıkması çok sonraları oldu. İnsanoğlunun günümüzden 15 – 20 bin yıl önce üretim yapmaya başladığı tahmin ediliyor.
Siyaset de aşağı yukarı bir o kadar eski olsa gerek. Kabileler, topluluklar halinde yaşayan insanların arasından birisinin çıkıp şef olması ve topluluğu yönetip yönlendirmesi bugünkü kapsamda olmasa bile siyasetin ilk örneği olarak kabul edilebilir.
Kabilede kimin hangi işleri yapacağı, kimin ne kadar tüketeceği, neyin tasarruf edileceğini şef kararlaştırırken ekonomi ile siyasetin işbirliğini sergiliyordu. Belki topluluğun yaşlılarının bu konulardaki görüşlerini de alıyordu ama son karar ona aitti.
Ekonomi ile siyasetin bu iç içe yapısı 18’inci yüzyılda Adam Smith ekonomiyi ilk kez formüle edip bir bilim dalı haline getirdiğinde de devam ediyordu. Klasik iktisatçılar denilen ve Adam Smith, David Ricardo ile başlayıp devam eden ekonomi okulu, ekonomi bilimini siyasal ekonomi (İngilizcesi political economy) olarak adlandırıyorlardı. Klasik iktisatçıların yazdıkları ekonomi kitapları hep siyasal ekonomi adını taşır. Bunun nedeni bu iktisatçıların ekonomiyi, siyasetle iç içe görmeleriydi. Ekonomi bir şey önerse de sonuçta kararı siyasetçi alacağına göre bu ikisi birbirinden ayrılamazdı. Bu yaklaşımı değiştiren iktisatçı Alfred Marshall’dır. Marshall, iktisatçının görevinin ekonomik sorunları tespit etmek ve çözümler önermek olduğu düşüncesinden hareketle bilimin adını siyasal ekonomiden yalnızca ekonomiye (İngilizcesi economics) çevirdi. İktisatçı, çözümler önerecek ve sonrasını siyasetçiye bırakacaktı. Siyasetçi o çözümleri benimserse uygulayacak, benimsemezse uygulamayacaktı. İktisatçı, öneride bulunmaya devam edecekti.
Siyasal ekonomi ifadesi Marshall’dan sonra da bazı iktisatçılar tarafından kullanılmaya devam etti. Ekonomi biliminin, içinde bulunulan ideolojiye göre şekillendiğini ve o ideolojinin savunucusu olduğunu öne sürenler siyasal ekonomi başlığını kullanmaya devam ettiler. Bunlar arasında Marksistler ağırlıktadır.
Siyasal ekonomi ile ekonomi arasındaki bu basit gibi görünen ayrım aslında ortodoks (ana akım) ekonomik yaklaşım ile heterodoks ekonomik yaklaşım arasındaki en önemli ayrımdır. Ortodoks ekonomi yaklaşımı, mevcut ekonomik sistemi bir ideolojinin (kapitalist – liberal ideoloji) ürünü olarak değil de sanki bütün dünyanın ve anlayışların sistemiymiş gibi kabul ederken, heterodoks yaklaşım mevcut sistemin bir ideolojinin ürünü olduğunu savunuyor. Dolayısıyla mevcut ekonomik yaklaşımların bu sistem değiştiği anda işe yaramayacağını öne sürüyor.
Eğer bu ayrım benim burada ifade ettiğim gibiyse o zaman ekonomi biliminin adı siyasal ekonomi olmalıdır. Çünkü bütün bu tanımlar, sorunlar ve çözümler belirli bir ideolojik sistem olan kapitalizmden kaynaklanmaktadır. İdeoloji değişirse ekonomi bilim olmaktan çıkacak mı? Çıkmayacağına, yine bir bilim dalının tüketimi, üretimi, tasarrufu, vazgeçme maliyetini tanımlaması gerekeceğine göre bu siyasal ekonomi olmalıdır. Oradaki siyasal vurgusu ekonominin içinde bulunulan siyasal siteme göre biçimleneceğini de işaret eden bir vurgudur.
İşin doğrusu ekonomi ile siyasetin birbirinden ayrı düşünülemeyeceğidir. Bu, hem ideoloji açısından böyledir hem de günlük yaşamdaki yaklaşımlar açısından böyledir. İdeoloji açısından böyledir çünkü kapitalizmin ekonomisi farklıdır, sosyalizmin ekonomisi farklıdır. Bu da ekonominin ideolojiye ya da daha geniş çerçevede siyasete bağlı bir bilim haline getirir. Ekonomi, içinde bulunduğu siyasal ortama, ideolojiye göre şekil alır. İşin bu genel görünümü dışında günlük yaşam açısından da bağımlılık söz konusudur. Siyasetçi iktidara talip olurken ekonomide neler yapacağını açıklar ve ona göre oy ister. Bu çok normaldir. Sonuçta siyasetçi iktidara talip olurken dış politikadan, iç politikaya, eğitimden adalete, spordan ekonomiye kadar bütün alanlarda neler yapacağını, neler planladığını açıklar. Bununla birlikte siyasetin, diğer alanlarda olduğu gibi ekonomide de teknik ayrıntılara karışmaması gerekir. Örneğin merkez bankasına enflasyonun düşürülmesi talimatını verir. Ama bundan sonrasına karışmamalıdır. Bu genel talimat dışında merkez bankasının faizi nasıl ayarlayacağı, zorunlu karşılıkları nasıl belirleyeceği gibi teknik konulara hiçbir şekilde girmemesi gerekir.
Günümüzde gelişmiş ülkelerde siyaset, teknik konulara karışmadığı için merkez bankaları enflasyonla mücadele gibi teknik ağırlığı yoğun bir konuda bilime uygun davranarak enflasyonu düşürmeyi başarabilmektedir. Bizim gibi ülkelerde ise siyaset bu teknik konulara karıştığı, bilimin tersine adımlar atılmasına yol açtığı için enflasyon sorunu çözülememektedir.
Özetle söylemek gerekirse siyasetle ekonomi iç içedir ama teknik ayrıntılara siyaset asla girmemelidir.