Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne de yansıdığı gibi "legal görünümle illegal yapılarla mücadele" devletin asli ve sürekli görevleri arasındadır. Bu nedenle FETÖ ile mücadelede gerek idarenin gerekse yargı kurumlarının halen sürmekte olan çabaları, günümüz şartlarında yeniden ve bütüncül bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Yani, FETÖ ile mücadele sadece istatistiki verilere indirgenmemeli, yıllara sâri kamusal birikim ve tecrübe seti -tercihen- Cumhurbaşkanı Yardımcısının koordinasyonunda yeni bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. İçişleri Bakanlığı'nın, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'nin düzenli takibi ve veri akışı söz konusu olsa da bahsettiğimiz husus bundan bir daha farklıdır. Madalyonun bir yüzünde FETÖ'yü merkezine alan, ayrıca devlette yuvalanma saikiyle hareket eden oluşumlara karşı alınan ve alınması gereken önlemler vardır. Diğer yüzünde ise FETÖ bulaşıkları için verilmesi gereken stratejik kararlar.
Silahlı Kuvvetler, yargı, istihbarat ve emniyette FETÖ kuşkusu bile devletin kıyısından geçmemek için yeterli kriter sayılmalıdır. Bir başka ifadeyle... FETÖ ile irtibat/iltisaka dair ipucu dahi devletin hassas kurumları ile yolların ayrılması için makul gerekçeyi oluşturmalıdır. FETÖ isnadına karşın beraat veya takipsizlik kararı alanlar için "iş sonu tazminatı" benzeri bir formül gündeme getirilmeli, devlete dönüşleri kökten kesilmelidir. Elbette olağanüstü hal kararnameleri yürürlükte değildir. Anayasal yargı denetiminden geçen o kararnamelerin ilk günlerde icra ettiği hükümlerin, bugün de belli şartlar altında hüküm ifa etmesi için birtakım ilave önlemler alınmasında ise fayda vardır. Neden? Karakter değiştirerek ayakta kalmaya ve rövanş almaya meyilli FETÖ'cülerle mücadele hâlâ olağanüstü yöntemleri gerektirmektedir. Hangi dozda olursa olsun, FETÖ virüsü ile temas edenlerin, devletin damarlarında dolaşmasına izin verilmemelidir. Aksi takdirde, bilgi, belge ve dosya üzerinden karar veren kurumların töhmet altında kalması riski mevcuttur. Bu tür durumlar mücadeleci kadroları zayıflatabileceği gibi yargısal süreçlere güveni de sarsabilmektedir.
***
Ben, Türk yargısının her kademesinde proaktif iletişim dili geliştirmesi gerektiğini savunanlardanım. Bu amaçla AB destekli ve müstakil çeşitli projeler yürütüldüğünü de biliyorum. Fakat ilk uygulamaların verimsizliği bir bahane olmamalı, hatta Adalet Akademisi'nde genç hâkim ve savcı adayları için yeni nesil iletişim teknikleri, algı operasyonları vb. konularda seminerler düzenlenmeli, kürsüdeki değerli yargı mensupları da benzeri meslek içi eğitim programlarından istifade etmelidir.
Bu genel girişin nedeni, Danıştay'ın gerek 5. Daire gerekse İdari Dava Daireleri Kurulu bağlamında FETÖ dosyalarıyla ilgili kararlarına dönük eleştiri ve hatta kuşkulardır. Benim için esas olan Danıştay'daki başkan ve üyelerin milli karakterleri ve FETÖ konusundaki duyarlılıklarıdır. Tabii ki kararları tartışılabilir. Lakin dosya içerikleri de kararların gerekçeleri de karar vericilerin müktesebatları da göz önünde bulundurulmalıdır.
Danıştay'ın, FETÖ'cü olduğu sonucuna varılan 4 bin 234 hâkim ve savcının göreve dönüş başvurusundan 3.799'unu reddetmesi dikkate alınmalı, bu ret kararları içinde adli yargıdan beraat veya takipsizlik kararı alan 800'ün üstünde ismin kürsüye döndürülmemesi de değerlendirmeye katılmalıdır. Hâkimler ve Savcılar Kurulu'nun, Danıştay'ın nihai kararları sonrasında da ilgili personel hakkında soruşturma açması mümkündür.
Ve nihayet...
Hukuki sınırların uç noktasında kabul edilse bile FETÖ bulaşıkları, devletin kalbi ve beynine sokulmamalı, adli yargıdan alınan beraat/takipsizlik kararları ile idari yargı yorum biçiminin farklılaşabileceği kabul edilmelidir. Esas olan devleti ve milleti koruma önceliğidir ve zerrece FETÖ şüphesi varsa tazminatları ödenerek, kendilerine devletin dışında bir yol aramaları sağlanmalıdır!