Uzun süredir kamuoyunu meşgul eden Kobani Davası’nda ilk derece mahkemesi kararını verdi. Hukukun gereklerinden ziyade siyasetin ihtiyaçlarına dayanan ve bütün aşamalarında iktidarın belirleyici olduğu bu davada çıkan kararların siyasi açıdan bazı önemli sonuçlar doğurması kaçınılmaz.
Evvela, Kobani Davası’ndan sonra oluşan tablonun 31 Mart seçimlerinin ardından çok bahsi edilen “normalleşme” veya “yumuşama” sürecine sekte vuracağını belirtmek gerekir. Evet, iktidar, ekonomide ve dış politikada mecburiyetten normalleşme sınırlarına çekiliyor. Fakat hukukta normalleşme ışığı görülmüyor. Her gün beklentiler ve umutlar boşa çıkıyor, hukuk sahasında dağ fare doğuruyor.
Oysa eğer Türkiye’de bir normalleşmeden söz edilecekse, bu sürecin öncelikle hukukta başlatılması gerekirdi. Normalleşme derken de kastedilen belli: Hukukun asgari gerekleri yerine getirilsin ve az çok hukuka uygun hareket edilsin. Yani mahkeme kararları tanınsın. En yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bir kararın akıbeti bilinsin. İdarenin, mahkemelerin kararlarını yerine getirip getirmeyeceği tartışılmasın. Hukuki belirlilik sağlansın. Hukuki güvenlik yerle yeksan edilmesin.
Doğrusu bunlar da atla deve değil, hukukun abc’si. Ancak gelin görün ki o en alt seviyeden bile çok uzaktayız hâlâ. Son olarak gerek Yargıtay seçimlerinde, gerek Kavala ve Kobani dosyasında yaşananlar normalleşme için alınması gereken daha çok yolun olduğuna işaret ediyor.
Kürtleri Dışlayan Yumuşama
Tabiatıyla kendi anayasasına ve kendi kanunlarına riayet etmeyen bir iktidar pratiği derinleştikçe, normalleşmeye hizmet edeceği düşünülen bazı adımlar da ölü doğuyor. Mesela alın “yeni anayasa” tartışmasını! O çok şikâyet edilen 1982 Anayasası’nın bile gerisinde kalınan bir vasatta, iktidar ile muhalefet arasında anlamlı bir anayasa mesaisi olabilir mi? Olamaz.
İktidarın hukuku çiğneme ve hukuka dönmeme ısrarı devam ettiği müddetçe yeni anayasa talebi de havada asılı kalır. Belki taraflar görüntüyü kurtarmak adına birbirlerine gidip gelebilirler, toplantı masalarına oturabilirler. Ama bundan bir netice çıkmaz; bir taraftan siyasi ve toplumsal muhalefeti baskılayacak yeni yasal düzenlemeler hazırlarken diğer taraftan sivil ve demokratik bir anayasa yapılmaz, yapılamaz.
Keza böyle bir ortamda yeni bir çözüm süreci için gerekli şartlar da oluşamaz. Kürt meselesi ağır bir sorun; bunu çözmek isteyen bir iktidarın topyekûn gücünü ve bütüncül bir duruşunu gerektirir. Oysa bugün karşımızda parçalı bir iktidar mimarisi var; iktidar içi güç mücadeleleri ayyuka çıkmış durumda. Mücadele, bir yandan AK Parti ile MHP arasında, diğer yandan AK Parti’nin kendi içinde cereyan ediyor.
İki yanlı bu mücadelelerin iktidarda bir parçalanmaya ya da kopmaya sebebiyet verip vermeyeceği zaman içinde belirlenir. Hâlihazırda, alttan altta birbirlerine dirsek atmaya devam etseler de taraflarda iktidarı sürdürmek isteyen bir hal var. Ancak yekpare bir iradesi olmayan ve yalpalayan bir iktidardan, Kürt meselesini demokratik siyaset içinde çözmeyi hedefleyen bir siyaset sadır olmaz.
Bu da iktidarın normalleşme siyasetini sınırlı kılıyor. İktidar, normalleşme mecburiyeti duyuyor, çünkü bir makas değişikliğine gitmediği takdirde toplumsal desteğinin daha da küçüleceğini görüyor. Ancak mevcut iktidar denklemi, normalleşme hamlelerini çok kısıtlı bir alana mahkûm ediyor.
Mesela bu normalleşme Kürtleri kapsamıyor. Kürt siyasetçiler zorlama ithamlarla astronomik cezalara çarptırılırken aynı gün 28 Şubatçı generallerin Cumhurbaşkanı kararı ile tahliye edilmeleri, sembolik olarak çok şey anlatıyor. Siyasi-sosyal bir problemi emrine amade kıldığı yargı enstrümanıyla çözme gayret eden ve Kürt meselesindeki tarihi ezberi tekrarlayan iktidar, CHP ile teması ve eski rejimin temsilcilerini salıvermeyi kendisi için yeterli buluyor.
Siyasi Rehine
İktidarın bu eski tas eski hamam halinin siyaseten üreteceği üç sonucun altı çizilebilir:
İlki, AK Parti’nin Kürt seçmenler nezdindeki desteğinin daha da düşecek olmasıdır. Bir ara iki Kürt seçmenden birinin oyunu alacak kadar Kürtlerin teveccühüne mazhar olan AK Parti, giderek bu konumunu kaybetti. Bölgede halen ikinci parti olsa da, bilhassa Türkiye’nin batısındaki Kürt seçmenler AK Parti’den uzaklaşıyor. AK Parti’nin Kobani Davası’ndaki tavrı, bu uzaklaşmayı hızlandırır. Görünen o ki AK Parti, Kürtlerle arasındaki mesafeyi kapatamayacak bir noktaya doğru ilerliyor.
İkincisi, AK Parti’nin bu zaafının CHP’nin yeni yönetimi tarafından doğru değerlendirilmesidir. Hem Özgür Özel’in hem de Ekrem İmamoğlu’nun Kobani Davası’nda verilen kararları eleştiren bir tutum almalarının, CHP’nin Kürt seçmenlerdeki itibarını büyüttüğüne kuşku yok. 2019’dan beri, ister belediye başkanlığı olsun ister cumhurbaşkanlığı, bir seçim AK Partili ve CHP’li adaylar arasındaki yarışa döndüğünde, Kürt seçmenlerin ağırlıklı bir kısmı CHP’li adaydan yana oy kullanıyor. İki partinin tavırlarında bir değişim olmadığı müddetçe, CHP lehine olan bu eğilimin gittikçe daha da güçleneceği öngörülebilir.
Ve üçüncüsü, Demirtaş’ın Kürt siyasetindeki yerini daha bir büyütecek olmasıdır. 2016’dan beri cezaevinde Demirtaş. Kürtlerin kahir ekseriyeti, Demirtaş’a reva görülen muameleyi haksız buluyor. İktidarın Demirtaş’ı özel olarak cezalandırmaya çalıştığını, onu içerde tutmak için bahaneler uydurduğunu ve meseleye hak-hukuk penceresinden değil intikam penceresinden baktığını düşünüyor.
Kürt mahallesi Demirtaş’a baktığında -iktidarın istediği gibi- cezalandırılması gereken bir şahsı değil, aksine iktidarın hesaplarına çomak soktuğu için iktidar tarafından siyasi rehine olarak tutulan bir lideri görüyor. Kobani Davası’nı da bu çerçevede değerlendiriyor. Bu nedenle kendisine verilen fahiş cezanın Demirtaş’ın mağdur ve mazlum kimliğini güçlendireceği, keza bu ağır cezaya rağmen gösterdiği ağırbaşlı, sorumlu ve mağrur tavrın da Demirtaş’ın liderliğini perçinleyeceği söylenebilir.
Hülasa iktidar, Demirtaş’ı cezalandırarak ne kendi sıkışmışlığını aşabilir ne de Demirtaş’ın etkisini kırabilir. Tersine iktidar bu kafayla devam ettiği sürece, hem alanını daraltmış hem de -arzusu hilafına- Demirtaş’ın rakipsiz konumunu kendi eliyle tahkim etmiş olur.