Dün partisinin grup toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan da tıpkı MHP lideri Devlet Bahçeli gibi 31 Mart seçimlerinden ağır hezimetle çıkmalarının sebebinin “sandığa gitmeyen seçmenler” olduğunu söyledi.
Erdoğan iktidar ortağı Bahçeli’nin hesaplamada eksik bıraktığını bakın şöyle tamamladı:
“31 Mart kapsamlı bir değerlendirmeyi hak ediyor. İlk göze çarpan özellik katılım seviyesinin düşüklüğüdür. 31 Mart seçimleri yüzde 78 ile 20 yıldaki en düşük katılımlı seçim olarak kayıtlara geçti. Katılım oranının düşüklüğü partimizin oyunu etkilemiştir. Sandığa gitmeyen seçmen de var, geçersiz oylar da eklendiğinde 16 milyon seçmenin iradesi sandığa yansımamıştır. Henüz 10 ay önce bizlere güçlü destek veren vatandaşların sandığa gitmediğini görüyoruz, bunun nedenlerini de inceliyoruz.” (17 Nisan)
Erdoğan Bahçeli’nin eksik hesabını tamamladı dediğim şu… Bir gün önce partisinin grup toplantısında yerel seçim sonuçlarını değerlendiren MHP lideri Bahçeli, 31 Mart seçimlerine katılım oranının, diğer seçimlere göre bir hayli düşük olduğunun altını çizerek “13 milyon 300 vatandaşımızın sandığa gitmediği anlaşılmaktadır. Bundan dolayı milli irade tam ve eksiksiz olarak sandığa yansımamıştır” demişti.
Erdoğan bu sayının üzerine bir de “geçersiz oyları” ekledi ve 16 milyon seçmenin iradesinin sandığa yansımadığını söylüyor. Bu yüzden milli irade tam yansımamış…
Erdoğan ve Bahçeli’nin hesabına göre 3 milyon geçersiz oylar geçerli oy olsaydı, sandığa gitmeyen 13 milyon vatandaş sandığa gitmiş olsaydı kesinlikle Cumhur İttifakı sandıktan zaferle çıkmış olacaktı!
Bu hesaptan bir hayli emin görünüyorlar!
***
Ama OPTİMAR Araştırma Şirketi’nin seçim sonrasında paylaştığı anket sonuçlarına göre sandığa gitmeyen 13 milyon 300 bin vatandaşımızın sandığa gittiğinde de sandık sonucunun AK Parti lehine olmayacağını gösteriyor.
OPTİMAR “sandığa gitseydiniz hangi partiye oy verirdiniz?” sorusuna CHP diyenlerin oranı yüzde 27.9, AK Parti diyenlerin oranı yüzde 20.9, Zafer Partisi diyenlerin oranı yüzde 9.4, Yeniden Refah diyenlerin oranı yüzde 4.8, DEM diyenlerin oranı ise yüzde 2.9 olmuş.
Ve fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’nin yenilgilerine gösterdikleri bu bahane artık literatüre girmiş bulunuyor. Bundan sonra sandıktan yenilgiyle çıkan siyasi partiler artık gönül rahatlığı ile “geçersiz oylar” ve “sandığa gitmeyen seçmen” bahanesini kendi hanelerine yazarak kendilerini teselli edebilirler ve “geçersiz oyları” ve “sandığa gitmeyen seçmenleri” yenilgilerinin suçlusu ilan edebilirler!
Bravo, vallahi de bravo, billahi de bravo… Dünyada olmayan, siyaset biliminin asla yer vermediği böyle bir ‘teori’ geliştirerek seçim yenilgisine mazeret buldular. Bizim seçim tarihimizde böylesi bir savunmanın, kazananı böylesi bir itibarsızlaştırmanın örneği yok.
Erdoğan, partisinin en alınmayacak il, ilçe, beldelerdeki kalelerini elinden alarak seçimden zaferle çıkan CHP’nin başarısını “milli irade sandığa tam olarak yansımadı” argümanıyla küçümsemeye, değersizleştirmeye, anlamsızlaştırmaya çalışıyor…
Cumhur İttifakı sandıkta kaybedince “geçersiz oylar” artı “sandığa gitmeyen seçmen” eşittir milli irade sandığa tam olarak yansımamış oluyor.
Yine Cumhur İttifakı burun farkıyla bile seçim kazandığında “geçersiz oylar” artı “sandığa gitmeyen seçmen” hesabı yapılmadan, vatandaşın sandığa gittiği kadarı bütün milli iradeyi temsil etmiş oluyor, sandığa yansımış oluyor!
İster sandığa gitmeyen seçmen ister geçersiz oylar… Sonuç AK Parti yerel seçimlerden ağır yenilgiyle çıktı…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünkü konuşmasında ifade ettiği gibi hakikat şudur: Siyasetçinin milletin iradesini küçümseme hakkı yoktur.
Şimdi Erdoğan’ın gerçekçi bir şekilde özeleştiri yapması, seçimleri kaybetme başlıklarını teker teker analiz etmesi gerekiyor.
İnşallah, umarım, sandığa gitmeyen AK Parti seçmeninin sandığa gittiğinde mutlaka AK Partiye oy vereceğine inanmıyordur. Eğer buna inanıyorsa gerçekçi bir analiz yapması mümkün olmaz.
***
Seçimleri kaybetme nedeni zam vermediği 16 milyon seçmen de değil tek başına. Hürriyet Gazetesi’nden Abdülkadir Selvi “Erdoğan AK Parti’de beklenen değişimi gerçekleştirebilecek mi?” başlıklı yazısında AK Parti içinde “seçimlerde popülizm yapsak, emekliye seyyanen para versek seçim sonuçları böyle olmazdı. En az 10 ili daha kazanırdık ama biz Türkiye ekonomisi zarar görmesin diye partiyi feda ettik” değerlendirmeleri yapıldığını yazdı. (15 Nisan)
Benim de asıl yazmak isteğim husus bu aslında. Öncelikli olarak şunu ifade etmeliyim ki evet, Erdoğan isterse AK Parti’de büyük bir değişimi gerçekleştirebilir. AK Partiyi yeniden reformist dönemlerine döndürebilir.
Ama bu o kadar kolay değil. Erdoğan’ın işi zor. Elinde tuttuğu büyülü ama artık kendisine zarar veren güçten feragat etmesi gerekir, konforuna alıştığı davranışlarını değiştirmesi gerekir. Yargı üzerindeki yetkilerinden vazgeçebilir mi? ABD başkanları üzerindeki kongre denetimine TBMM’nin sahip olmasını içine sindirebilir mi?.. Liste uzun.
AK Parti’nin ‘karot’u mevcut AK Parti’nin tamamıyla yıkılıp yeniden kurulmasını gerektiriyor. Değişikliklerle, güçlendirmelerle kotarılacak gibi değil çünkü. 2015 yılından bu yana ‘eror’ veren bir yapı var Erdoğan’ın önünde, tabanın dokuz yıldır “bu parti benim oy verdiğim gönül verdiğim parti değil” mesajlarını doğru okuyabilseydi, “metal yorgunluğu” diyerek faturayı teşkilatlara kesmeseydi durum bir ölçüde farklı olabilirdi.
***
Şimdi gelelim “seçim popülizmi yapsaydık durum böyle olmazdı, Türkiye ekonomisi zarar görmesin diye popülizm yapmadık, partiyi feda ettik” söylemine.
AK Parti’nin seçim kampanyasını yapan Ertan Aydın’da aynı şeyi söylemiş Abdülkadir Selvi’ye “Cumhurbaşkanı Erdoğan ekonomide popülizm yapmadı, yeter ki Türk ekonomisi zarar görmesin diye seçim kaybetmeyi göze aldı” demiş.
Gerçekten böyle mi?
Bu hassasiyet neden 14 Mayıs seçimlerinde gösterilmedi diye sorulmaz mı?
Erdoğan seçim ekonomisini Türk ekonomisi zarar görmesin diye mi yapmadı, yoksa çok istediği halde yapamadı mı? Tüketilen kaynaklarda artık “para yok” muydu mesela?
Devletin musluklarında bir damla su kalmadığı için mi Erdoğan seçim ekonomisi yapamadı?
Erdoğan’ın 28 Şubat 2024 tarihinde emekliye neden zam yapamadığını açıkladığı sözler aynı zamanda devletin nasıl içler acısı durumda olduğunu ortaya koyuyordu.
Hatırlayalım o sözleri, bakın ne diyor Erdoğan:
“16 milyon emeklimiz var, 7 bin lira zam demek bütçeden yaklaşık 1,4 trilyon demek. 10 bin lira zam demek 1,9 trilyon liralık kaynağı buraya aktarmak demek. Sadece 7 bin lira veya 10 bin lira olarak ifade edilen ek artışın maliyetini anlatıyorum. Bunu verdiğimizde 2024 yılında ülkeye tek çivi çakmasak, bütçeyi buraya aktarsak bile karşılamamız mümkün değil.”
Yanlış ekonomi politikalarının ve seçim ekonomisi uygulamalarının maliyeti hazineyi, ülkeyi bu hale getirdi. 14 Mayıs seçimlerinde devletin bütün musluklarını açabildiği kadar açtı Erdoğan, çünkü kendi beka seçimiydi. Ne var ne yok harcandı zaten.
Mehmet Şimşek biraz da bu yüzden ekonomin başına getirildi. Erdoğan büyük bir ihtimalle Şimşek 10 ayda ekonomiyi düzeltir, hazine tekrar düzelir diye hesap yaptı.
Ama olmadı.
Yoksa Erdoğan Türk ekonomisi zarar görmesin diye seçim popülizmi yapmadı değil. Sonuna kadar yapardı ama çok istediği halde yapamadı.
Çünkü deniz tükendi.
Erdoğan’ın seçimi kaybetme pahasına seçim ekonomisi yapmadı değil, çok istediği halde yapamadığının altını çizmek istedim.