Son yerel seçimde elde edilen sonuç CHP için tarihî nitelikte bir başarı. Bunda şüphe yok. Ancak bu büyük başarının kimilerinde yol açmış göründüğü zafer sarhoşluğu partinin geleceği açısından ciddi problemler oluşturabilir.
İttifaksız girilen bu seçimde alınan sonuca bakılarak “Demek ki sağcılarla iş birliği yapmaya, laik çizgimizden taviz vermeye gerek yokmuş” şeklinde sözüm ona siyasi analizler yapılıyor. Seçimden önce aday belirleme sürecinde Cumhuriyet gazetesi parti tabanında Mansur Yavaş’ın yerine “gerçek CHP’li” bir siyasetçinin arzu edildiği iddiasıyla “Ankara’ya CHP’li aday” diye bir manşetle çıkmıştı.
Ankara’yı Mansur Yavaş’sız kazanma hayali kurabilen ve bundan çok daha önemlisi Mansur Yavaş gibi bir siyasi değeri kolayca harcamaya hazır olan bir zihniyetin mevcudiyeti herhalde ana muhalefet partisi için en önemli risk kaynağı olarak görülmelidir.
Hatay’da Lütfü Savaş’ın başına gelenler ise çok daha ibretlikti. Sağ seçmen ağırlığına sahip bu ilde “sağ kökenli” olması sayesinde iki dönem üst üste seçim kazanmış olmasına rağmen yine “sağ kökenli” olduğu için CHP elitleri arasında sempati toplayamadı. Kendisini 2014’te CHP’ye davet etmiş olan eski genel başkan Kılıçdaroğlu’nun desteğiyle bu partide siyasete devam etti.
Son seçimde yeniden aday olması ise “depremdeki sorumluluğu”gerekçe gösterilerek engellenmeye çalışıldı. CHP yönetimi dışındaki CHP elitlerinin sürdürdüğü kampanyadan bunalan Genel Başkan, üstelik birkaç defa, daha iyi bir aday bulurlarsa Savaş’ın ismini geri çekeceklerini söyledi. Veya söylemek zorunda bırakıldı. Ne olursa olsun akıl almaz ve affedilmez bir siyasi hataya imza attı.
Hatay’da başka bir isimle seçimi kazanmanın imkansız olduğu görüldüğü için, bütün baskılara rağmen aday değiştirilmediyse de bizzat kendi partisi tarafından yıpratılan, deprem felaketinin sorumlusu olarak gösterilen ve zoraki aday yapılmış gibi görünen Lütfü Savaş son düzlüğe gelindiğinde eskisi kadar avantajlı değildi. Oyların sayım ve tasnifinde tartışmalı hadiseler de olsa Hatay seçiminin sonucu başka her yerde başarı kazanan CHP açısından hezimet oldu.
Hatay örneği son dönemde yaşanan büyük zihniyet dönüşümüne rağmen CHP’nin eski hastalıklarının her an yeniden nüksedebileceği uyarısı olarak okunmalı.
Seçimdeki büyük başarının Ekrem İmamoğlu’nun “İstanbul ittifakı”, Özgür Özel’in “Türkiye ittifakı” diye adlandırdığı toplumsal sinerji sayesinde kazanıldığını görmek için siyaset dâhisi olmak gerekmiyor. Keza birçok önemli merkezde “CHP’li olmayan aday” gösterilmesiyle tabandaki ittifakın sağlandığı da ortada.
Bahsettiğimiz toplumsal sinerjinin veya tabandaki ittifakın bir yanıyla konjonktürel olduğu, öbür yanıyla da CHP’nin son dönemde uyguladığı geniş toplum kesimleriyle barışma politikasının ürünü olduğu unutulmamalıdır.
Her iki boyut da çok önemli ve aslında birbirinden ayrı düşünülemeyecek konular.
CHP’nin son dönemde uyguladığı politikalar ve benimsediği yeni dil üzerine çok konuştuk. Yeni parti yönetiminin bu politikaları sürdürme konusunda hiçbir tereddüdünün olmadığını ve zaten yeni yönetimi oluşturan isimlerin de bu politikaları oluşturan kadro içinde yer aldıklarını biliyoruz.
Gelgelelim “Yeni CHP” projesine “sağ sapma” diye bakan ve bunu hiçbir zaman içlerine sindiremeyen bir kesimin etkisi ortadan kalkmış değil. Kılıçdaroğlu’nun partisinin liderlik koltuğundan ayrılması bu kesime Kılıçdaroğlu üzerinden “Yeni CHP” projesine saldırma fırsatı verdi. Yeni yönetim bu saldırıların asıl hedefinin kendilerine başarı getiren politikalar olduğunun farkındadır herhalde.
CHP’nin seçim başarısında konjonktürün payına gelince… Konjonktür derken öncelikle AK Parti iktidarlarıyla artık vedalaşmak gerektiğini düşünen kitleler için CHP’nin bugün yegane alternatif olduğu gerçeği hesaba katılmalı.
Bir yıl önceki genel seçimde her şeye rağmen iktidara “devam et”demiş olan seçmenin “artık yeter” mesajını yerel seçimde vermeyi tercih etmesi önemsiz bir ayrıntı olamaz. Aradan geçen sürede kötü yönetimin olumsuz etkilerinin daha fazla hissedilir hale gelmiş olması bir yana, muhalefete de açık bir mesaj verme arzusunun ifadesi buradaki keskin yön değişikliği. “Ülkeyi yönetmeye hazır olduğuna beni ikna etmek için daha fazla gayret göstermelisin” mesajı. Dolayısıyla CHP Türkiye ittifakı zemininde aldığı desteği muhafaza etmek yolunda bu mesaja cevap vermek zorunda.
Kaldı ki azımsanamayacak ölçüde büyük seçim başarısına rağmen ana muhalefet partisinin oylarındaki artışın miktarı da iyi tahlil edilmeli. “CHP’li olmayan seçmen”den hatırı sayılır bir oy alınmış olmakla birlikte burada sandığa gidiş oranı, Dem seçmeninin desteğinin payı ve seçime dağınık ve iddiasız şekilde giren muhalif sağ partilerin aldığı (toplamda yaklaşık yüzde 10) oy da önemli.
Geçmişteki seçim sonuçları üzerinde çalışırken fark ettim: Merkez sağ iktidar partilerinin farklı seçimlerde aldıkları oy oranlarındaki değişimle aynı seçimlerdeki katılım oranları arasında bir paralellik var.
Demokrat Parti seçmen katılımının yüzde 89’lara ulaştığı 1950 ve 1954 seçimlerinde sırasıyla yüzde 55 ve yüzde 58 oy alırken katılımın yüzde 76’ya gerilediği 1957’de oyu yüzde 48’e düşmüş. (Dönemin siyasi gözlemcileri 1960 darbesi olmasaydı DP’nin 1961 seçiminde iktidara veda edebileceği görüşünü paylaşıyorlar.)
Adalet Partisi’nin tarihindeki en yüksek oyu (yüzde 53) aldığı 1965’te katılım oranı yüzde 71. AP oylarının yüzde 46’ya düştüğü 1969’da katılım da yüzde 64’e düşmüş.
Anavatan Partisinin galip çıktığı 1983 ve 1987 seçimlerinde yüzde 93’lerde olan katılım, iktidarın kaybedildiği 1991’de yüzde 83’e düşmüş.
Bunlar genel seçim rakamları. Yerel seçimlerde de benzer eğilimlere rastlanmakla birlikte buradaki katılımın etkilerini ölçmek daha zor. Yalnızca iktidara yönelik memnuniyetsizliğin belediye seçimleri üzerinden bildirme eğiliminin varlığından söz edilebilir. Katılım da bu çerçevede anlam kazanıyor olmalı. Zira bu yılki yerel seçimde katılım oranı 2004’ten bu yana ilk defa yüzde 80’ler bandının altında kaldı. Hesaplanması zor ama birçok bölgedeki oy rakamları ile oy oranları arasındaki değişim farkına bakıldığında seçime katılımda AK Parti seçmeninin daha fazla fire verdiği görülebiliyor.
Seçim sonrasında şunu yazmıştım: İstanbul’da İmamoğlu ile Kurum arasındaki oy farkı 1 milyon civarında. Ama CHP, seçmen sayısındaki artışa rağmen, beş yıl önceki yerel seçime göre 1 milyon daha fazla seçmenden oy almış değil. AK Parti oyları 1 milyon eksildi, fark buradan doğdu. Katılımdaki düşüş miktarı da bu sayıya yakın görünüyor zaten.
Bütün bu anlattıklarımızın anlamı ne? Herhalde şu: Seçmen AK Parti’ye ceza verirken CHP’ye de büyük bir teveccüh gösterdi. İktidar partisinin kaybettiği seçmeni yeniden kazanması kolay görünmezken, ana muhalefet partisinin de kazandığı yeni seçmeni muhafaza etmesinin yanında ortadaki seçmen grubunu da kazanmak için çok çok fazla çaba harcaması gerekiyor.