Kim Erdoğan ile müttefik olmak ister?

“Erdoğan’ın artık kendisine müttefik bulabilme şansı iyice azalmış durumda. Kiminle ittifak kuracak? Bir dönem İYİ Parti’nin adı telaffuz edildi, ben de telaffuz ettim, ama şu saatte, 23 Haziran hezimetinin ardından kaybeden bir Erdoğan’la ittifak kurmak hiçbir partinin yanaşacağı bir husus olmayacaktır ve Erdoğan’ı yenilgisiyle baş başa bırakmayı, acele etmemeyi ve onun sonrasında da Erdoğansız formülleri hayata geçirebilmenin hesabını yapacaklarını düşünüyorum — böyle bir ihtimal var. Artık Erdoğan’ın önümüzdeki dönemde kolay kolay kendisine müttefik bulabileceğini sanmıyorum — ne içeride ne dışarıda. Çünkü artık kazanan değil, yenilmez değil; kaybeden, yenilmiş bir Erdoğan var ve dolayısıyla birileri ittifak yapmak istese bile, onunla bir alışverişe girmek istese bile az verip çok almak isteyecekler. Erdoğan buna ne derece razı olur?” 

Bu tespitleri beş yıl önce, 2 Temmuz 2019’da “Tek adam yalnızlaşıyor” başlıklı yayında yapmıştım. Mart 2019 seçimleriyle birlikte yaşanan “yepyeni Türkiye” beklentisinin etkisiyle buna benzer çok yayın yapmış, bunlara benzer çok cümleler kurmuştum.

·                Tek adam yalnızlaşıyor

Fakat Erdoğan beni yanılttı. Bir şekilde 2023 Mayıs ayındaki seçimlerden muzaffer çıkmayı bildi. Bunda YRP, DSP, HÜDA – PAR gibi partilerle yapmış olduğu ittifakın da bir ölçüde payı vardı muhakkak fakat esas olarak muhalefetin kendisi gibi bir “yapısal kriz” içinde olmasından yararlandı. Burada kilit nokta, muhalefet Erdoğan’ın krizini sahici bir şekilde tespit edip bundan istifade etmeyi beceremezken, Erdoğan’ın muhalefetin zayıf yönlerini iyi tahlil edip buraların üzerine gidebilmesidir.

Mesela önce Altılı Masa, ardından Millet İttifakı’nın en ayırt edici ve pozitif yönünün Gelecek ve DEVA partilerinin varlığı olduğu düşünüldü ve Erdoğan’ın krizinin bu partiler eliyle derinleştirileceği, kitlesel oy kayışları yaşanacağı sanıldı. Halbuki bu partiler Millet İttifakı’na yarardan çok zarar getirmişe benziyor. Nitekim son yerel seçimlerde Özgür Özel-Ekrem İmamoğlu CHP’si hiçbir aracıya gerek duymadan AKP ve Erdoğan oylarının bir kısmını kazandı; bu partiler de çok çok düşük oylarla yetindiler.

Muhalefet yeniden şekilleniyor

Bugün muhalefet denilince akla tabii ki CHP, ardından DEM Parti ve belli ölçülerde YRP geliyor. Ve bunlardan CHP ile YRP seçimlerin en büyük kazananı oldu, DEM Parti ise metropollerdeki hüsran dışında hiç de fena olmayan sonuçlar elde etti. Dolayısıyla Erdoğan’ın bir kez daha, muhalefeti içeriden karıştırıp kendi krizini öteleme imkanı kalmamışa benziyor. Hatta önceliği muhalefetten kendisine yönelik tehditlere karşı stratejiler geliştirmeye vermesi gerekiyor:

1.             CHP’nin, Sakarya, Kocaeli ve Kırklareli hariç batıdaki tüm büyükşehir ve il belediyelerini kazanmış olması AKP’nin “Türkiye partisi” olma iddiasını ciddi bir şekilde sarstı. Üstelik aynı CHP, AKP’den Adıyaman, Giresun, Kırıkkale, Kilis, Zonguldak gibi yerleri de aldı.

2.             YRP, Gelecek ve DEVA’nın yapamadığını net bir şekilde ve göstere göstere yaptı: AKP’den Şanlıurfa ve Yozgat’ı almakla kalmadı, Konya, Kayseri, Kahramanmaraş, Rize gibi Erdoğan’ın kalelerinde de çok başarılı sonuçlar elde etti.

3.             DEM Parti de bu seçimlerde CHP’ye hiç zarar vermedi, AKP’ye ise ciddi zarar verdi. Ağrı ve Muş’u geri almaya ek olarak, Bitlis, Şırnak ve Bingöl dışında tüm illeri kazanarak iktidarın iki dönem uyguladığı kayyum politikasının iflasını ilan etti. Van’daki mazbata gaspına karşı direnişinden de zaferle çıktı.

Erdoğan’ın seçenekleri

Peki Erdoğan yeni dönemde ne yapabilir? İlk akla gelen YRP’yi yeniden ittifaka dahil etmesi. Fakat anlaşılan Erdoğan, Fatih Erbakan’ı doğrudan muhatap almanın, onun önünü iyice açmak anlamına geldiğini düşünüyor ki yerel seçimler öncesi kendisiyle baş başa görüşmeye yanaşmadı. Bundan sonra belki geri adım atmak isteyebilir, ne var ki YRP yönetimi 31 Mart ile çok büyük bir fırsat yakaladıklarının bilinciyle ve yakın zamanda bir seçim de olmadığı için iktidarla birlikte fotoğraf vermeye çok gönüllü olmayacaktır.

Bir diğer seçenek, hep gündemde olan, 27 Nisan’da olağanüstü kongreye gidecek olan İYİ Parti’yi Cumhur İttifakı’na katmak olabilir. Fakat son seçimlerde iktidardan çok muhalefete, daha doğrusu CHP’ye muhalefet etmek İYİ Parti’ye çok pahalıya patladı. Yine de kongre sonuçlarından hareketle böyle bir yakınlaşma gündeme gelebilir ancak bunun iki tarafa da fazla hayrı dokunacağı söylenemez.

Varolan diğer siyasi aktörlere, partilere baktığımızda Erdoğan’ın çok da fazla seçeceği olmadığı anlaşılıyor. Gelecek, DEVA ve SP’den bazı milletvekillerinin AKP’ye katıldığını varsayalım: Ne değişecek? Hatta, olacak şey değil ama bu partilerden herhangi biri veya tümü birden Erdoğan’a destek verse onun hangi yarasına merhem olabilirler?

MHP ile ittifakın geleceği

Sonuçta, beş yıl önceki “birileri ittifak yapmak istese bile, onunla bir alışverişe girmek istese bile az verip çok almak isteyecekler. Erdoğan buna ne derece razı olur?” sorusu bugün de gündemde. Ayrıca, kurulduğu andan itibaren dağılacağı söylenen AKP-MHP, daha doğrusu Erdoğan-Devlet Bahçeli ittifakının geleceği bu sefer sahiden belirsiz. Çünkü:

1.             Son seçimler AKP-MHP ittifakının yetmediğini gösterdi.

2.             Bahçeli’nin “Türkiye Cumhuriyeti sandıkta kurulmamıştır” sözünü, yani milli iradenin karşısına devleti çıkarmaya çalışmasını bu bağlamda okumak gerekiyor.

3.             Erdoğan’ın, Mehmet Uçum gibi danışmanlarının ve Bahçeli’nin “seçimli otoriterlik”ten totaliterliğe geçiş çağrılarına onay vermesi, en azından şu aşamada zor görünüyor.

4.             AKP içerisinden gelen, demokratikleşmeye dönüş ve Kürtleri yeniden kazanma gibi önerilerin önünde MHP ciddi olarak engel teşkil ediyor. 

Erdoğan yalnızlığını aşabilir mi?

Girişte uzun bir alıntı yaptığım beş yıl önceki yayını şöyle bitirmiştim: 

“Her şeyi tek başına kendinde toplayan, otoriter bir rejim inşa eden Erdoğan, bir yığın birbirinden farklı faktörün bir araya gelmesiyle beraber derin bir krizin içerisine girdi. Artık ülkeyi yönetemiyor; uzun zamandan beri böyle, ama bu artık görünür hale geldi ve krizi derinleştikçe, yenilgisi derinleştikçe iyice yalnızlaşıyor. Bir zamanlar kendi tercihi olan yalnız hareket etme, şu ânda onun bir kaderine dönüşüyor. Şu ânda yanına birilerini almak istese bile, yanına koyabileceği, gerçekten sorununa derman olabilecek isimler bulabilmesi, onları ikna edebilmesi, onlardan fonksiyonel bir şekilde yararlanabilmesi ve buradan da krizini çözebilmesi mümkün gözükmüyor. Sonuçta kendi kaderini kendi belirledi her insanın yaptığı gibi.”

Beş yıl sonra aynı şeyleri tekrarlamak istiyorum: Erdoğan bu ülkeye çok büyük bir kötülük yaparak tek adam rejimini seçti. Bunu önce AKP’de, sonra tüm Türkiye’de gerçekleştirdi. Ne var ki tek adam rejimini güçlendirdikçe yalnızlaştı, yalnızlaştıkça -ve tabii ki zaman geçtikçe- sorunları çözme kapasitesini büyük ölçüde kaybetti. Bu saatten sonra çoğulluğu önce yakın çevresi ve partisinde, sonra tüm ülkede yeniden kurabilmesi mümkün değil. Zaten pek istediği de söylenemez. Örneğin parlamenter rejime dönmek isteyeceğine de çok ihtimal vermiyorum.

Kendisi yerine ve kendisinden sonra AKP’yi toparlayabilecek herhangi isim de ortalıkta yok, ortaya çıkacağa da benzemiyor. Özetle 31 Mart’ta ilk kez birinci parti olmayı kaybeden AKP ve Erdoğan Türkiye’nin geleceğini belirlemekte temel aktör olma özelliklerini kaybettiler.