Seçimden önce yaka paça, seçimden sonra tekme tokat

İsrail’in Gazze halkına yönelik sürdürdüğü soykırım altıncı ayını geride bıraktı. Katliamı durdurmak için bugüne kadar hiç kimse bir şey yapamadı. Sadece vicdanlı insanların düzenledikleri pasif protesto eylemleri devam ediyor. Avrupa ve Amerika için söylüyorum bunu, maalesef İslam dünyasında ve Türkiye’de -çoğunlukla- o da yok.

Hafta sonunda “İsrail ile ticaret durdurulsun” talebiyle gösteri yapan bir avuç gencin başına neler geldiğini gördünüz. Hırsızlara, canilere, teröristlere, insanlık düşmanlarına reva görülmeyen muameleye maruz kaldılar. Yerlerde sürüklendiler, dövüldüler, hakarete uğradılar, ters kelepçeyle

Peki, niye böyle oldu? Filistin konusunda hiçbir zaman mangalda kül bırakmayan bizim hükümet bugünlerde Gazze protestolarına neden şiddetle tepki gösteriyor?

Biliyorsunuz, 31 Mart’ta gerçekleşen yerel seçimdeki büyük hezimetin sebeplerinden biri olarak tepkilere rağmen İsrail ile ticaretin sürdürülmesi gösterildi. “Bunun intikamı” diyenler var polisin uyguladığı orantısız şiddeti izah etmek için.

Bu analiz tam olarak durumu açıklamıyor. Uygulanan şiddetin dozundaki artışı seçim sonrasına bağlamak mümkün ama bu da anlaşılır bir durum. Hiçbir hükümet tam da seçimden önce böyle bir şeyi yapmak üzere siyasi aklını kiraya veremez çünkü.

Söz konusu tahammülsüzlük yeni değil. Sadece seçimden önce yaka paça göz altına alınıyordu İsrail ile ticarete karşı protesto yapanlar, şimdi ise tekme tokat…

Meselenin özünde hükümetin Gazze konusundaki büyük çaresizliği var. İçine düştüğü mecburiyet hali var.

Yoksa, hükümet istemez mi Gazze konusunda milletin hassasiyetine paralel bir tavır göstermeyi? Hele bir seçim arifesinde bunu siyasi kampanyasının merkezine koyup böyle bir fırsatı en güzel şekilde değerlendirmeyi?

Ne yazık ki bunu yapabilecek durumda değil artık. Hem ekonomide hem de dış politikada bugüne kadar sürdürülen hesapsız ve akıl dışı politikaların yol açtığı tahribat hükümetin bugün elini kolunu bağlıyor.

Hatırlayan olursa, Gazze’de yaşanan vahşet karşısında bizim hükümetin ilk günlerde dikkat çekici ölçüde sessiz kalması, sonra ancak -nedense- MHP lideri Bahçeli’nin üstelemesiyle konuyu gündemine almasına dikkat çekmiş ve şu değerlendirmeyi yapmıştım:

“Bu tavrın birbiriyle bağlantılı iki sebebi vardı. Birincisi, son dönemde Tel Aviv ile ilişkilerin düzeltilmesi yolunda atılan ciddi adımlara zarar gelmesi istenmiyordu. Çünkü belirli bir süreçte izlenen politikalar neticesinde hem bölgemizde hem de dünyada çok fazla yalnız kalmıştık. İsrail bu yalnızlıktan kurtulma yolunda kilit bir rol oynayabilirdi.

İkincisi, akıl dışı politikalar yüzünden ülkede yaşanan ekonomik sıkıntıların üstesinden gelebilmek, bilhassa yerel seçimlere kadar durumu idare edebilmek için ihtiyaç duyulan dış sermaye bu tutumun gösterilmesinde rol oynuyordu. Çünkü yine son zamanlarda aramızı düzelttiğimiz Suudi Arabistan ve BAE en önemli finansal destekçimiz haline gelmişti ve yine son zamanlarda İsrail ile aleni bir yakınlaşma içine giren bu ülkeler Hamas’ın baş düşmanıydı. (Öyle ki Gazze’de yaşananlar söz konusu Arap monarşilerinin İsrail ile yakınlaşma politikasına halihazırda halel getirmedi.)”

Yani, işin temelinde ekonomide ve dış politikada içine hapsolduğumuz sıkışmışlık var. Ama her ne olursa olsun içeriye “Katil İsrail, soykırımcı Netanyahu, mücahit Hamas” diye nutuk atıp, sonra da “Aslında Türk limanlarından oraya giden malların alıcısı Filistinliler” diyerek kendi insanını kandırmaya çalışmak ahlaki bir tutum mu?

Silah satıyoruz ama onlar harp silahı değil, av silahı” diyerek aklımızla alay etmeleri hoş görülebilir mi?

Bizzat devlet şirketinin sattığı ortaya çıkan bor madeni için “Filistinli çiftçilerin ihtiyaç duyduğu tarımsal gübre imal edilecek” diye yalan uydurmak Müslümanca siyaset mi?

Diğer yandan, İsrail’e gıda, elektrik, çimento, demir-çelik, “av silahı”, barut, uçak yakıtı, hatta dikenli tel gibi ürünleri satan tüccar kesiminin toplumsal ve politik aidiyetleri de dikkat çekmiyor değil.

Tamam, hükümet sıkışmış durumda, ne diplomatik ilişkilerini kesebiliyor ne de ticari ilişkileri. Peki, “Biz müstakil sanayici ve iş adamlarıyız, bizim için maddi kazancın öncesinde medeniyet değerlerimiz önemlidir” diye konuşan malum tüccar kesimine ne oluyor? Mecburlar mı bu ticarete?

Ellerindeki malları satabilecekleri başka pazarlar yok mu dünyada? Üç kuruş daha az kârla satsalar mallarını, fakir mi düşecekler?

Bir diğer ahlaksızlık, neyin ne olduğunu gayet iyi bildiği halde, “Aman hükümetimize zarar gelmesin” diye sesini çıkarmayan partili “aydın”ların tutumu…

Bu konular kendilerine sorulduğunda “Siz şimdi onu bunu boş verin, boykota devam edin” diye cevap veren “hoca”ların tutumu…

Bu ahlak yoksunu tutumların bile ötesinde uydurdukları yalanlarla bizzat İsrail ile kirli ticaretin savunmasını üstlenenler de var. Siyasi iktidara “İsrail ile kirli ticarete son verin” çağrısı yapan gençler hakkında gözü kapalı iftiralara başlayan kiralık profesyoneller de var.

Ama onlar hiç olmazsa yaptıkları işin maddi karşılığını alıyorlar. Benzer işleri“din kılıfında siyasi angajman”larının gereği olarak gönüllü yapan sözüm ona aydınlar ve hocalar ise temsil ettikleri makamların itibarından harcıyorlar.