Güçlü ve ilkeli siyaset üretilmediği ve siyaset normalleşmediği için krizler bitmek bilmiyor. Bu konuda CHP birinciliği kimselere bırakmıyor. Ya çok temel bir sorunun çözümünde "tıkaç" rolü oynayarak süreci içinden çıkılmaz hâle getiriyor ya da kendi içinde bir krizle toplumu meşgul ediyor. Bugüne kadar CHP'nin mutabakatıyla çözüme kavuşmuş çok az temel sorun var. Hatta hiç yok da denebilir. Sadece son 10 yılda yeni anayasadan çözüm süreçlerine, başörtüsünden tezkere meselesine CHP'nin tercihi hep çözümsüzlükten yana oldu.
Parti içi meselelerde bile siyasi yarış yerine hizipler arası "kavga ve kriz" ön plana çıktı. Bugün bile CHP eksenli iki siyasi kriz, "şaibeli kurultay" ve "İBB eksenli yolsuzluk iddiaları" Türkiye'nin gündeminden inmiyor.
Bu yeni de değil, yakın tarihin hangi dönemine bakarsanız bakın aynı şey yaşandı.
Doğrusu CHP biraz normalleşse, biraz siyaset üretse sadece kendi sosyolojisi değil bütün Türkiye nefes alacak, rahatlayacak...
Nihayet bunun en çarpıcı örneği dün yaşandı. Bizzat CHP'lilerin yargıya taşıdığı "şaibeli kurultay" krizi, mahkeme kararıyla eylül ayına ertelendi. Mahkemenin, "mutlak butlan" veya çağrı heyeti kararı yerine erteleme yolunu seçmesi hatta bu kararı ceza mahkemesindeki yargılamaya bağlaması mevcut CHP yönetiminde "geçici" rahatlama sağladı, delege iradesinin sakatlandığını söyleyenlerde ise hayal kırıklığı yarattı.
Hukukçular da ikiye bölündü. Bir kesim bu kararı bile gereksiz bulurken, diğer kesim hukuk davalarının ceza mahkemeleri süreciyle ilişkili olamayacağını ileri sürdü.
Gerçekten de ortada garip bir durum var. Özellikle mahkeme yargıcının şu sözleri herkesi şaşırttı:
"Ceza davasına bakacağız. Menfaat temini nedeniyle irade sakatlığı var mı, ona bakacağız. Sadece menfaat varsa olmaz; siyaset bir bakıma menfaat işidir."
Kararın bir an önce verilmesi gerektiğini söyleyen Lütfü Savaş'ın avukatı Onur Yusuf Üregen, davanın 8 Eylül'e ertelenmesine ilişkin şöyle diyordu:
"8 Eylül'de ne olacak ona bakacağız. Orada karar verilecek gibi duruyor. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizler sadece muhalefet görevi yapan bir parti değil, halkın adaleti, liyakati, ahlakı ve şeffaflığı temsil etmesini beklediği bir kurum olmakla sorumluyuz. Bu sorumluluk, şaibelerle anılan herhangi bir yapının ötesinde tertemiz bir siyasi iradeyi temsil etme zorunluluğudur. Biz bu süreci bu nedenle başlattık."
Bu sonuç CHP içindeki tartışma ve gerilimi bitirmedi, sadece erteledi. Delegelerin iradesinin sakatlandığı iddiaları da ortadan kalkmış değil.
Peki süreç bundan sonra nasıl devam edecek?
CHP yönetimi şimdilik rahatlamış olsa da "şaibeli kurultay" ve İBB üzerinden yürütülen "yolsuzluk" soruşturmasıyla ilgili tartışmalar yakalarını bırakmayacak. Bu iki suçlamanın gölgesinde ciddi bir parti için kavgaya tanık olacağız.
Bu noktada Kılıçdaroğlu ile CHP'nin şaibeden, yolsuzluk iddialarından arınması gerektiğini söyleyenler, bekledikleri "mutlak butlan" kararı çıkmadığı için hayal kırıklığı yaşasa da artık ellerinde "temiz CHP ve temiz siyaset" gibi bir argümanları var. İmamoğlu ve A Takımı'nın "organize suç örgütü" iddiasıyla yargılanmaları da bu argümanı güçlendiriyor.
Kurultaya şaibe karıştığını iddia edenler, bu argümanın altını doldurup siyaset mi yapacaklar yoksa Kılıçdaroğlu gibi, "Fonlarla desteklenen gazetecileri, trolleri ve gözü dönmüş siyasetçileri Allah'ın adaletine ve milletin vicdanına havale ediyorum" diyerek gölge savaşı mı verecekler...
Önümüzdeki sürecin seyrini CHP içi muhalefetin tavrı belirleyecek.