Doğurganlık Oranı Düşerken

Toplam doğurganlık hızı, bir kadının doğurgan olduğu dönem olan 15-49 yaş grubunda doğurabileceği ortalama çocuk sayısı anlamına geliyor. Türkiye’de 2010 yılında 2,38 olan toplam doğurganlık hızı, 2014’den bu yana sürekli azalıyor ve 2016’dan bu yana da nüfusun yenilenme düzeyi olarak kabul edilen 2,10'un altında kalıyor (metinde yer alan bütün veriler TÜİK sitesindeki yayınlardan alınmıştır.)

Toplam doğurganlık hızının en yüksek olduğu beş il Şanlıurfa (3,28), Şırnak (2,62), Mardin (2,32), Muş (2,23) ve Diyarbakır (2,20) en düşük olduğu beş il ise Bartın (1,12), Eskişehir (1,12), Zonguldak (1,15), Ankara (1,15), İzmir (1,17.)

Avrupa Birliği ülkeleriyle karşılaştırdığımızda Türkiye 1,48’klik oranla AB’nin 1,38’lik ortalamasının üzerinde bir doğurganlık oranına sahip olmaya devam ediyor.

Doğurganlık hızının düşmesinin iki önemli göstergeye etkisi var. Bunlardan ilki toplumdaki yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki payı, ikincisi de hanehalkı büyüklüğü. Doğurganlık hızı azaldıkça nüfusun yenilenme hızı düşüyor ve yaşlı nüfusun oranı artıyor. Bu eğilimin devam etmesi halinde bugün yüzde 10’lara varmış olan 65 yaş ve üzeri nüfusun oranı 2080’de yüzde 25’e ulaşacak. Hane halkı büyüklüğü de doğurganlık oranının düşmesiyle birlikte azalıyor. 2008’de 4 kişi olan ortalama hanehalkı büyüklüğü 2024 sonunda 3,1’e gerilemiş görünüyor.

Bütün bunlar bize şimdiye kadar hep övündüğümüz genç nüfuslu ülke durumumuzu hızla kaybetmeye başladığımızı gösteriyor. Bu hızlı değişimin nedeni nedir? Doğurganlık hızını yeniden yükseltebilmek için üç çocuk sahibi olan kadınlara sınavsız devlet memuriyetine giriş hakkı vermek gibi son derecede yanlış ve liyakat sistemine aykırı bir yöntemi uygulamaya sokmak yerine bu değişime neden olan sorunları araştırıp onları giderici önlemler almak gerekiyor. Bu hızlı değişimin en önemli nedenleri arasında yüksek enflasyon, giderek bozulan gelir dağılımı yer alıyor. Çocuklarını yeteri gibi yetiştirememek, iyi okutamamak endişesi güden ve bunun bilincinde olan aileler çocuk sayısını birde tutuyorlar. Benim çocukluğumda devlet okulları bugünün birçok özel okulunu aratmayacak kalitede eğitim verirdi. Kimse çocuklarının iyi eğitim alamayacağından endişe etmezdi. Devlet okullarında eğitim alan çocuklar sınavlarda özel okullarda, kolejlerde okuyan çocukların gerisinde kalmaz, hatta çoğu kez önüne geçebilirdi. Artık durum böyle değil. O kaliteyi koruyan devlet liselerini de bozmayı başardık.

Sorunumuz yalnızca doğurganlık hızının düşmesi ve dolayısıyla yaşlı nüfus oranının artması değil. Biz nüfusun kalitesini de düşürmeye devam ediyoruz. Okullarımız dünya sıralamalarında sürekli geriye gidiyorlar.

Nüfus, aile ve doğurganlık meselelerinde tek olumlu gelişme akraba evliliği oranının da düşüyor olması. 2010’da yüzde 5,9 olan bu oran 2024’de yüzde 3,3’e düşmüş.        

Türkiye’nin kaliteli nüfusu artırmak, doğurganlığı toplumun yenilenme düzeyine yeniden çıkarabilmek için çözmesi gereken üç önemli konuya bir kez daha dikkat çekelim: (1) Enflasyonlu yüzde 5’in altına düşürmek, (2) Gelir dağılımını olabildiğince düzeltmek (Gini katsayısını 35’ler düzeyine indirmek), (3) Eğitimi ucuzlatmak ve devlet okullarında eğitim kalitesini yükseltmek.

Terörle mücadele sorununun çözüldüğü ifade edildiğine göre buraya ayırdığımız milyarlarca lirayı artık eğitime ayırma imkânımız var demektir. Bununla birlikte eğitimin kalitesini artırmak yalnızca parayla olacak bir şey değil. Verilen eğitimin niteliği de önemli. Orta öğretimde bilim ve uygulamaya dönük dersleri artırmak, ezber sistemini terk edip analitik eğitime dönmek şart. Eskiden bunları öğrensinler diye eğitimcilerimizi batı ülkelerine gönderirdik sanırım artık onları uzak doğu ülkelerine (Çin’e, Güney Kore’ye) göndermemiz gerekecek. Çin ve Kore’de küçücük çocuklara ana okullarında kreşlerde el becerisi, zeka ve analitik bakış açısı geliştiren eğitim tarzını sosyal medyadaki videolarda izlemek mümkün. Eğer bu düzeni burada kuramazsak nüfusu yenilememizin, doğurganlığı artırmamızın hiçbir anlamı olmayacak.