Tarihin ince bir mizah anlayışı olduğu kesin. Vaktiyle 15 yılını dört duvar arasında geçirmesine vesile oldukları Nâzım Hikmet'in adını bugün bir kültür merkezine verip orada "temizlenme" kurultayı yapmak... Gerçekten, geçmişle yüzleşmenin bu kadar teatral olanı zor bulunur. Ahmet Kaya'nın o meşhur dizesi yankılanıyor kulaklarda: "Bu ne yaman çelişki annem..."
Aslında mesele bir çelişkiyle sınırlı olsa belki de bu yazı yazılmazdı. Ancak CHP, yılların birikimini adeta hızlandırılmış bir kurumsal dejenerasyon sürecine sokmuş gibi. Bir zamanlar "siyaset üretme" yarışına sahne olan kurultaylar, şimdi "şaibeden arınma" ayinine dönüşmüş durumda. Delegelerin iradesinin etikle mi etkilerle mi belirlendiği sorusu, artık sadece bir dedikodu malzemesi değil, kamusal bir soruşturma konusuna dönüşmek üzere.
Partinin genç genel başkanı Özgür Özel, yargı daha karar vermeden kamuoyuna seslendi: "Partiyi olağanüstü kurultaya götürerek kayyum girişimlerini engelledik."
Ne kadar pratik, ne kadar hızlı bir adalet anlayışı! Ne yargıya gerek kaldı ne de iç soruşturmaya. Hem savcı hem hâkim hem de jüri kendisi olmuş gibi. Ancak küçük bir sorun var: Şaibe iddialarının merkezindeki isimlerle "temizlenme" kurultayı yapılırsa, bu arınma mı olur, yoksa üzerini örtme mi? Yönetim, aynı iddiaların gölgesinde seçilmiş, şimdi ise o gölgede kalarak aydınlığa çıkacağını iddia ediyor.
Dahası, kurultayda oy kullanacak delegelerin kimilerinin tercihlerini hangi motivasyonla şekillendirdiği konusu hâlâ sis perdesi arkasında. Eğer yargı, bu sisin ardında "maddi bir hava sirkülasyonu" olduğunu tespit ederse, ortaya çıkacak tablo yalnızca bir yönetim krizi değil, bir sistemin çöküşünü işaret eder.
HANÇERLEYENLE GÖRÜŞTÜ
Bu tabloda, Kemal Kılıçdaroğlu'nun pozisyonu ise adeta postmodern bir trajedi. Süreci başlatan, hançerlendiğini ilan eden, şaibe iddialarını yüksek sesle dile getiren kendisiydi. Ancak ardından birden sahne değişti; hançerin sahibi olarak gösterdiği isimle görüştü, destek verdi, hatta onun cumhurbaşkanı adaylığına oy verdi.
Görünen o ki, "siyasi etik" bir metafor olmaktan öteye gidememiş.
Ve şimdi "Çalanların yüzüne tükürülür" diyerek siyasetin dozunu artıran aynı kişi, o çalanlarla birlikte "temizlenme" kurultayına katılacak. Belki de bu, Türk siyasetinin en başarılı dramatik performanslarından biri olarak tarihe geçer.
CHP tabanında olup biteni anlamaya çalışan gazeteciler, aydınlar ve seçmenler için ise durum daha iç karartıcı. Zira karşılarında birbirleriyle çarpışan fikirler değil, aynı fikir boşluğunu farklı ambalajlarla sunan hizipsiz hizipler var.
Ortadoğu, Avrupa Birliği, ABD, terörle mücadele, yerli üretim... Bunlar artık CHP için ya fazla teknik ya da fazla riskli konular. O yüzden belki en güvenlisi, "parti içi temizlik" ama sadece vitrinde. Oysa gerçek bir siyaset, bir milleti geleceğe taşıyacak fikirlerle yapılır. Birbirine "hırsız", "satılmış", "yüzüne tükürülür" diyerek sonra aynı masaya oturmak, halkın gözünde neyi temsil eder? Samimiyeti mi stratejiyi mi? Yoksa sadece koltuk kaygısını mı?
Korkarım bu kurultay, bir "temizlik" operasyonundan çok, halının altındaki tozların daha geniş bir halıyla örtülmesi olacak.