Baştan şunu ifade etmeliyim ki 23 yılda hakkıyla 19 seçim kazanan AK Parti tarihe böyle geçmemeliydi. Siciline böylesi bir kara lekeyi bulaştırmamalıydı. 28 Şubat, 367 Krizi, 27 Nisan e-muhtırası gibi meydan okumalar karşısındaki duruşunu takdirle yazan tarih, bu iktidarın 19 Mart’taki eylemini demokrasi ve hukuk tarihimizdeki kara bir leke olarak yazacaktır.
Ekrem İmamoğlu, 2024 yerel seçimleri kazandığı tarihten itibaren iktidar tarafından yargı eliyle köşeye sıkıştırıyor ve siyaset sahnesinden indirilmek isteniyordu. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, 19 Mart’ta hukuksuz bir şekilde diplomasının iptal edilmesinin üzerinden saatler sonra bir şafak operasyonuyla çevresindeki 100 kişiyle eş zamanlı olarak “yolsuzluk” ve “terör” suçlamasıyla gözaltına alındı.
Başsavcılık gözaltı kararı açıklamasında İmamoğlu’ndan “suç örgütü lideri şüpheli” olarak bahsetti.
24 saati geçti ve savcılık hala Ekrem İmamoğlu’nun ifadesini almamış, gözaltında bekletiyordu.
Bu yargının siyasallaşması falan değil açık ve net olarak yargının ve daha da vahimi Türkiye’nin artık bambaşka bir faza geçtiğinin göstergesidir.
Neden yargı da Türkiye’de bambaşka bir faza geçti diyorum?
Elbette ki savcılığın soruşturması gereken “şüphe sebepleri” olabilir. Bunun yolu hukuk devleti ülkelerinde bir soruşturma nasıl yapılırsa öyle yapmaktı. Halbuki iktidar uzunca zamandır alttan alta böyle bir Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınacağını, hatta tutuklanacağını yayıyordu. Dahası yargı böyle bir soruşturmanın ilk haberini Cumhurbaşkanının ağzından açıkladı. Nitekim savcılık da İmamoğlu soruşturmasını hukuk zemininde yürütmedi aleni bir şekilde “düşman hukuku” uyguladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uzun yıllar hukuk danışmanlığını yapan ve 2005 yılında kabul edilen yeni Türk Ceza Kanunu’nu yazan isimlerden ülkemizin saygın ceza hukukçusu Prof. Dr. İzzet Özgenç hocamız sosyal medya hesabından Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gönderdiği bilgi notunu paylaştı.
Cumhurbaşkanına kamuoyu üzerinden gönderdiği notunda İmamoğlu ve diğer kişiler hakkında yürütülen adli soruşturmanın hukuk zemininde yürütülmediğini, soruşturmanın usulüne uygun yapılmadığını söyleyen Prof. Özgenç hocamız savcılığın hasıraltı ettiği usülleri şöyle anlatıyor:
“Bu soruşturma öncesinde Büyükşehir ve ilçe belediyeleri ile bağlı ve ilgili kuruluşlar bünyesindeki iş ve işlemlerle ilgili olarak İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri marifetiyle inceleme yapılması ve bu incelemelere bağlı olarak düzenlenen raporlar esas alınarak, gizlilik içinde adli soruşturma süreçlerinin başlatılması gerekirdi. Müfettiş raporları esas alınarak adli soruşturma başlatıldıktan sonra, işlendiği tespit edilen suçlardan hareketle, Cumhuriyet savcıları söz konusu olaylar bağlamında bir suç örgütünün varlığı, bu örgütün yönetici ve üyeleri ile ilgili tespit ve değerlendirmelerde bulunabilirler. Bu yцntemin işletilmesi, Büyükşehir ve ilçe belediyeleri ile bağlı ve ilgili kuruluşlar bünyesindeki iş ve işlemlere ilişkin bilgi ve belgelerin daha sağlıklı bir şekilde toplanması ve muhafaza altına alınması sağlanmış olurdu.”
Peki savcılık hukuken yerine getirmesi gereken bu usullere uymuş mu? Özgenç hocamız “edindiğim bilgiye göre İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturmalar konusu iş ve işlemlerle ilgili olarak müfettiş incelemeleri ve raporları, ilgilisine göre İçişleri Bakanlığı’ndan veya İstanbul Valiliği’nden temin edilmiş soruşturma izinleri mevcut değildir. Büyükşehir ve ilçe belediyeleri ile bağlı ve ilgili kuruluşlar bünyesindeki iş ve işlemlere ilişkin olarak usulüne göre yapılmış müfettiş incelemesi olmaksızın ve gerekli izinler alınmaksızın, hangi mülahazayla olursa olsun, doğrudan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından adli soruşturma sürecinin başlatılması, doğru olmamıştır” diyor.
Yargının hukuk zeminden tamamen çıkarak yürüttüğü bu soruşturmayla yargı da Türkiye’de artık başka bir faza geçmiştir demem bu yüzden.
Hukuk zemininde yürütseydi 15 milyon nüfusu olan bir şehrin belediye başkanını ifadeye çağırır, İzzet Özgenç hocamızın söylediği usulleri bir bir yerine getirerek soruşturmasını yürütürdü.
Ama İstanbul yargısı bir hukuk devletinde hukuken yerine getirmesi gereken şartları by ps yaptı.
Ne yaptı peki?
İstanbul’un seçilmiş meşru belediye başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun evine bir teröristi gözaltına alır gibi şafak baskını düzenledi. Ekrem İmamoğlu sanki devletin polisiyle çatışmaya girecekmiş İstanbul Başsavcılığı İmamoğlu’nun evini yüze yakın polisle ablukaya aldırdı.
Yargı zorbaca davrandı.
Uzunca zamandır yargıyı muhalif kesimin üzerinde sopa olarak kullanan iktidarın bu soruşturmayla bir ilgisinin olmadığı düşünebilir mi? İktidar yetkilileri şu mübarek Ramazan gününde Kuran’ı Kerim’e el basarak yemin etse bile değil muhalif kesimi kendi tabanını bile buna inandırması güçtür.
Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki AK Parti iktidarı 19 Mart sabahı İmamoğlu ve çevresine yaptırdığı şafak operasyonuyla açık ve net olarak önümüzdeki seçimlerde Ekrem İmamoğlu’na karşı cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanamayacağını itiraf etmiş oldu.
Sahaya inen Ekrem İmamoğlu’nun daha seçimlere 3 yıl olmasına rağmen mitinglerde topladığı kalabalıklardan ürktü.
Ülkeye vereceği, yapabileceği bir hizmet kalmadığının farkında olan iktidar İmamoğlu’nun her bir sözüyle köşeye sıkışacağını gördü, çareyi İmamoğlu’nun sesini tamamen kesebilmek için yargı sopasını devreye soktu.
İktidar 19 Mart şafak operasyonuyla Ekrem İmamoğlu’ndan korktuklarını, İmamoğlu’nda iktidarlarının sonunun geldiğini gördüklerini kabul etmiş oldular.
Bu kadar korkmasalardı yargı eliyle böylesi bir şova, güç gösterisine kalkışmazlardı.
Ekrem İmamoğlu’nu sahadan silmek AK Parti’ye seçim kazandıracak mı? Milli irade bu kadar açıkça yapılan bir hukuksuzluğu sineye çekecek mi? 3 yıl dediğin göz açıp kapayıncaya kadar gelir geçer. Sandıkta bu test edilecek…
Gelelim yazımın başında söylediğime 23 yılda hakkıyla 19 seçim kazanan AK Parti tarihe böyle geçmemeliydi. Yine seçimleri hakkıyla kazanmalıydı.
Güçsüz rakiplerin karşısında seçim kazanmak kolay, Cumhurbaşkanı Erdoğan asıl karşısındaki zorlu rakibe karşı seçim kazanmak için yarışa girmeliydi. Asıl sandık zaferi bu olurdu.