TÜSİAD, uzun bir aradan sonra yeniden, "en iyi savunma, saldırıdır" doktrinine döndü. Kavgada yumruk sayılmadığını bilerek ve ilk yumruğu atanın avantajlı olacağını sanarak Ankara'nın sinir uçlarına bastı. Siyasetle kavga, TÜSİAD'ın iyi bildiği ve bilinçli tercihle girdiği bir mücadele türü. Üstelik bu kez, "mağduriyet üretmeye", "iç ve dış destek bulmaya" endeksli bir kavga söz konusu. Bir an için kazanamayacağını hesaplasa da kaybettirmeye odaklı bir atak bu. Yani; iktidarı sert şekilde hırpalama, siyasetin kimyasını bozma, uyuyan hücreleri (!) uyandırma faaliyeti ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Üstelik sahnelenme biçimi de çok profesyonelce...
Öncelikle, vurgulanan kavramlar ustaca seçilmiş. Nitelikli eğitim, liyakat, hukukun üstünlüğü, ekonomik programa güven şartları vb. Kimsenin itiraz edemeyeceği hatta evrensel nitelikli hususlar bunlar.
Ayrıca... Bir baskı grubu olarak, sivil toplum kuruluşu kimliği de kullanılmış. Memleket meseleleri hakkında söz söylemenin, ifade özgürlüğü bağlamındaki karşılığı da demokrasilerdeki yeri de gözetilmiş.
Ve nihayet... Olası riskler dikkate alınmış ve duruma göre B, C planları da yedeklenmiş.
Diyebilirsiniz ki... "Ne var bunda?" Cevabı net: "Meşru görünümlü lâkin siyasi hedefli operasyonel hamle!" Bir adım ötesinde ise... Fay hatlarını tetikleme, memnuniyetsizliği körükleme, duygusal tepkileri örgütleme çalışması içermesi de sürpriz değil!
***
Kabul edelim ki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'la, TÜSİAD arasındaki ilişkiler ilk günden itibaren "limoni" idi. Çoğu zaman iniş çıkışlı seyretti. Erdoğan'ın, "İçeride bana ayrı konuşuyorlar, dışarıda apayrı" dediği, çoğu kez ağır ifadelerle yüklendiği yapısal karşı karşıya gelme hadisesinin özetiydi Erdoğan-TÜSİAD münasebetleri. Cumhurbaşkanı, TÜSİAD'ı eskisi kadar muhatap almayıp, iş dünyasındaki yelpazesini genişlettikçe, tabiri caizse sermayenin yönetimi noktasındaki tekel kırıldıkça stresin dalga boyu da yükseldi. Elbette, geriye dönük çok çarpıcı örnek olaylar, ibretlik diyaloglar da anlatılabilir, Gezi olaylarına kadar indirilebilecek keskin ve organize tavırlar da denkleme katılabilir. Ama yakın tarihi esas almak da yeterli olur. TÜSİAD ve etkileşim içinde olduğu çevreler 2017'deki referandumu, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini, Cumhur İttifakını bir türlü içselleştiremedi. Sistemik iyileşme önerileri ile gelmek yerine sisteme kafadan karşı çıkmayı tercih etti. Ankara'da; parlamento, bakanlıklar ve kamu kurumlarıyla ilişkiler için özel bir bina donatsa da TÜSİAD, ikna edici diyaloğa girmeye yatkın olmadı. Sadece şirket veya vaka bazlı çözümler aradı. Ve bu tercih TÜSİAD merkezlerini, muhalif unsurların toplanma ve negatif enerjisini boşaltma yerine dönüştürdü!
***
Yaşanmışlıklar da teyit ediyor ki... TÜSİAD üst yönetimi mesaj vermeden önce, ince eleyip sık dokuyor. Ak saçlı büyüklerine danışıyor. Kendi arasında görev bölümü yapıyor. Hangi ismin, hangi hedefe vuracağını belirliyor. Düğmeye bastığı dakikadan itibaren, iktidardan gelebilecek tepkileri göze alıyor. Ya zamanın ruhunu gözetiyor ya da son örnekte olduğu gibi yeni bir hikâye yazılması için bizzat öncü rol üstleniyor.
Gelelim Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, TÜSİAD'a anlık reaksiyon göstermemesine...
Prensip olarak parti sözcüsünün, açıktan taarruz edilen alanlardan sorumlu bakanların cevap vermesi işin doğasına uygundur. Fakat Erdoğan, alışılmış siyasetçilerden olmadığı için TÜSİAD'ın klâsik eleştiri sınırlarını fazlasıyla, alternatif siyaset mihrakına dönüşme eğilimi içeren kontratağını karşılıksız bırakmayacaktır. Gel gör ki... TÜSİAD'ın karın ağrısının ne olduğunu, siyasal mühendislik izleri taşıyan konuşma içeriğini kimlerin şekillendirdiğini, içeriden itiraz gelip gelmediğini bilmesi gerekir ki Cumhurbaşkanı'nın ne diyeceğinin mana ve ehemmiyeti de yerli yerine otursun. Ama şu kadarını söyleyebilirim ki Asya seyahatinden dönerken sohbet ettiğim MSB Yaşar Güler, teğmenlerin ihracına dair TÜSİAD patentli sözler üzerine, "Ne karar aldığımızı biliyoruz. Yaptığımız işlemin doğruluğu ve gerekliliğinden eminiz. Bunu da TÜSİAD'la konuşacak değiliz!" diyecek kadar netti!