Hukuku araçsallaştıran iktidar yargı eliyle güç gösterisi yapmaya devam ediyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı en son iki siyasi soruşturma daha başlattı. Biri İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında, katıldığı bir panelde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek ile ilgili kullandığı ifadeler nedeniyle “terörle mücadele eden kişileri hedef göstermek, hakaret ve tehdit” suçlarından 7 yıl 4 aya kadar hapis cezası istemiyle iddianame düzenlendi.
İstanbul Savcılığı geçen hafta da İmamoğlu hakkında “kamu davalarında görevli bilirkişiyi hedef gösterdiği” gerekçesiyle soruşturma başlatmıştı. (27 Ocak)
İkincisi ise CHP’ye katılan MHP kökenli İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt’a ‘cumhurbaşkanına hakaret’ ve ‘tehdit’ suçlarından resen soruşturma başlattı.
Siyasallaşan yargıda dikkat çeken bir başka tuhaf durum da farklı illerde gerçekleşen konuşmalarla ilgili anında İstanbul Başsavcılığının harekete geçmesi. Halbuki yasalarımıza göre suç sayılan fiil hangi şehirde gerçekleşmişse o şehrin mahkemesi ya da mağdurun bulunduğu yerin mahkemesi yetkilidir.
Hakimler ve Savcılar Kurulu, Adalet Bakanlığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığını özel olarak yetkilendirilmiş, bu tür davalar İstanbul Savcılığının uhdesine verilmiş olabilir mi acaba?
Öyle ya Cemal Enginyurt Ankara’da TBMM’de konuştu. Peki Ankara’da başsavcılık mı yok, başsavcılık var da resen soruşturma açma yetkisi mi yok? Enginyurt’un konuşmasıyla ilgili bir soruşturma başlatılacaksa neden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı harekete geçiyor hemen? Özel olarak görevlendirme varsa bilemem ama bu durumda ortaya çıkan fotoğraf İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından rol çaldığını gösteriyor…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının son günlerde yaptığı tutuklamalar, gözaltılar, gözünün üstünde kaşın var diyene başlattığı soruşturmalar iktidardan bağımsız ve münferit değil.
***
Dizi sektöründeki “tekelleşme” iddiasıyla gözaltına alınan menajer Ayşe Barım’ın tutuklama gerektirecek bir suç bulunamayınca Gezi Olaylarından tutuklanmasının…
Ve Ayşe Barım üzerinden 12 yıl sonra Gezi Davasının yeniden açılmaya başlanmasının başka bir izahı yok. İstanbul Savcılığının RTÜK’ten “ “27/05/2013 tarihinden itibaren söz konusu yasa dışı gösterilerin yaygınlaşması, propagandasının yapılması, kamuoyuna legal gösterilmesi şeklinde gerçekleşen ve olayların büyüyerek kamu güvenliğini tehdit eder hale gelmesine sebep olan tüm medya kayıtlarının” derlenerek gönderilmesini istemesinin bir izahı var mı?
Son günlerde yaşadığımız hadiseler açık ve net olarak gösteriyor ki toplumu ve siyaseti sindirmek isteyen iktidarın elinde iki kullanışlı dava var, FETÖ ve Gezi. Hukuku kendi lehine araçsallaştıran iktidar her köşeye sıkıştığında ya da ihtiyaç duyduğunda bu iki davayı ülkenin üzerinde demoklasin kılıcı gibi sallandırmaya başlıyor. Bir de elbette Kürt halkının kafasının üzerinde terör sopası sallanıyor.
***
Yargının araçsallaşması ilk kez AK Parti iktidarı döneminde olan bir şey değil. Yargı tek parti döneminde de iktidarın emrindeydi. Yassıada faciası hala içimizi yakıyor ama mesela Demokrat Parti dönemi de tek parti döneminden farksızdı. DP iktidarı da yargıya hükmetti, siyaset yargıyı kuşattı. Menderes iktidarını destekleyen hakimleri, savcıları ödüllendirdi, iktidara yakın durmayan, iktidar muhalifi olduğu bilinen yargıçlar, çıkardıkları kanunla emekliye sevk edildi.
Ülkemizin saygın hukukçularından olan Taha Akyol Demokrat Parti dönemine dair meşhur hadiselerden birini kaleme aldığı “Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca” başlıklı kitabında aktarıyor. Geçmiş geçmişte kalmıyor, bugünü anlamak için önemli. O dönemde iktidarla muhalefet arasında tıpkı bugünkü gibi çok sert tartışmalar vardır. Yıl 1953. Muhalefet partilerini hedef gösteren konuşmalar yapan merhum Adnan Menderes’in hedefinde Millet Partisi vardır. Hatta Demokrat Partili Hikmet Bayur MP’yi irtica ile suçlayan bir bildiri yayınlar, Ankara Savcısı anında soruşturma açar. Polis bütün MP binalarında aramalar yapar. Merhum Osman Bölükbaşı “Ankara savcısı icra-i adalet değil, icra-i siyaset yapıyor” diyerek savcıyı eleştirir.
Menderes 8 Temmuz 1953 günü TBMM’de “partilerin başına bir kaza gelmeyecek olursa, o zaman göreceklerdir” diyerek MP’yi hedef gösterir. Merhum Osman Bölükbaşı yerinden kalkarak “Diktatör, ha şöyle kararını açıkla!” diyerek bağırır. Bu konuşmanın olduğu günün gecesi Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi MP’ye soruşturma başlatır, aynı gece süratle MP’nin “tedbiren” kapatılmasına karar verir. Sabaha kadar MP’nin 20 bin tabelası indirilir.
9 Temmuz sabahı Menderes’in yorumu “Bu memlekete bu partinin bir hayrı yoksa elbette kapanacaktır” olur. (Taha Akyol, Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca, sf. 385-389)
Menderes MP hakkındaki soruşturmaları yürüten Ankara Savcısı Cemil Bengü’yü 1954 seçimlerinde milletvekili yapar.
İktidarlar her dönemde toplumu ve siyaseti sindirmek için hukuk sopa olarak kullandılar. Yargı her dönemde siyasallaştı.
Ama yargının siyasallaşması ülkenin de siyasi iktidarların da hayrına olmadı.
***
Soru şu:
İktidarlar ne zaman yargı eliyle güç gösterisi yaparlar. 23 yıldır ülkeyi yöneten AK Parti iktidarı neden şimdi hem de bu kadar şedid bir şekilde güç gösterisi yapıyor? Bu güç gösterisine neden ihtiyaç duyuyor.
İktidar partileri kendileri için işler yolunda gitmediğinde güç gösterisine ihtiyaç duyarlar. Siyaseten güçlü oldukları, seçmenin güçlü desteğini aldıkları dönemlerde güç gösterisi yapmazlar.
Ama siyaseten güçsüz oldukları, iktidarın ayaklarının altından kaydığını gördükleri zaman güç gösterisi yaparlar…
Hukukçu Engin Topuzkanamış’ın “Kapuçin Maymunları Neden Salatalık Sevmez” başlıklı kitabındaki şu değerlendirme ile yazımı bitireyim:
“Ne kadar çok gürültü, polis, bürokrasi varsa sistemin işleyişi o kadar sorunludur. Güç gösterisi, iktidarın güçsüzlüğüne ve hukukun zayıflığına dalalet eder.” (Sh.12)