Başlangıçtaki oyun plânı tutmadı. CHP iç dinamiklerine ilişkin hesabı yanlış çıktı. Partiyi ve ülke gündemini yönetme-yönlendirme iddiasını çabuk kaybetti. Bocaladıkça, parti içi gündeme sıkışıp kaldı. CHP'nin labirentlerinde yön bulmak için taviz üstüne taviz vermeye başladı. Bir tarafı memnun ederken, diğer tarafı tümden karşısına aldı...
Yerel seçimlerdeki konjonktürel başarıyı kendine mal etmekte erken davrandı. Başarının adını koyarken, çıtayı yüksek tuttu. Zamanın ruhunu, seçmen tepkiselliğini, aday faktörünün etkisini değerlendiremedi. İlk teşhisi fena değildi... "Seçmen bize kredi açtı. Bu oyları CHP ile kalıcı olarak buluşturacağız" dedi. Ama bırakın seçmenini, genel merkezini, parti örgütünü bile hakiki manada ikna edemedi. Mahalli seçimlerde ulaşılan oy oranı üzerinden "genel seçimi zorlamak gerektiğini" savunanlara, sağlam argümanlarla karşılık üretemedi. Sanırım en büyük hatası yıllardır merkezi iktidara aç olan CHP tabanının, belediyelerin maddi araçlarıyla bir arada tutulduğunu öngörememesi oldu. Çıkar ve akraba odaklı kararları durduramadı. CHP'li belediyelerin pir-ü pak olacağını umdu. Ummadığı taş baş yardı.
Toplumun farklı kesimlerinin ortak sorunlarına el attı. Siyasi görüş ayrımının kalkabildiği kitlelerle buluştuysa da kalıcı olamadı. CHP'nin, oy devşirme niyeti ile sorunlara çözüm bulma iradesi arasındaki uyumsuzluk manipüle edilen kitlelerin giderek çözülmesiyle sonuçlandı. Siyasette normalleşme iddiasını da sürdüremedi. "Müzakere-Mücadele" ikilemi arasında sıkıştı. Ve bir süre sonra partiyi yönetmek yerine İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ı idare etmeye yöneldi. İmamoğlu'nu oyalamak için cumhurbaşkanı adayını belirme yöntemi açıkladı. Bu formülle de Yavaş'ın tepkisi çekti.
Özetle Sn. Özgür Özel...
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın dün Antalya İl Kongresi'nde söylediği sözlerin güncel karşılığına dönüştü:
"Sn. Özel'i muhatap alsak bize yazık, muhatap almasak millete yazık. Özel, oturduğu koltuğun hakkını veremedi! CHP'nin içindeki ayak oyunu bu partiyi içten içe çökertiyor."
***
Bu noktada Ekrem İmamoğlu'nun politik pozisyonuna değinmekte de fayda var. Aslında doğru teşhis, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'den geldi. Ekrem Bey, belediye başkanlığını resmen sürdürse de fiilen çoktan bıraktı. Cumhurbaşkanı olabilmek için tüm tuşlara bastıkça, "Büyük Ankara siyasetine soyunmanın" güçlükleriyle yüzleşti. Ölçüyü ayarlamakta zorlandıkça haliyle yargının radarına da takıldı. Özeleştiri yapmak yerine bu durumu da kendi siyaseti için fırsata dönüştürmeye çabaladı. Unutmadan... İmamoğlu'nun, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'i hedef alan sözleri o kadar elastik ki... İfade özgürlüğü kisvesine bürünmesi de mümkün, başsavcının ailesini, evlâdını şahsi politik kurgusuna malzeme yapması da... Nereden baksanız sorunlu bir tablo bu. Anlaşılan o ki... Cumhurbaşkanlığı seçimi Türk milleti için değil ama CHP için büyük mesele olmayı sürdürecek.
Son bir husus da "teğmenlerin ihraç kararı" ile ilgili. Yazının yazıldığı saatlerde karar henüz açıklanmamıştı. Elbette, TSK'daki güncel durumu, Harp Okulları'nın bünyesini, eğitim süreçlerini, sivil-asker kadrolar arasındaki ilişkileri, askeri okul öğrencilerinin seçimlerini ve onlara etki eden unsurları ayrı ayrı ele almak gerekecek.
Harbiyeli'nin, "Mustafa Kemal'in askeri" olduğunu hissetmesi yadırganacak bir durum değildir. Bunun anlamı Türkiye Cumhuriyeti'nin ve milletin ordusu olmakla eş değerdir. Buradan, muhalefetin türettiği siyaset biçimi sakattır ve teğmenleri araçsallaştırmaktan ibarettir. Gönül isterdi ki gencecik insanlar, hayatının başında üniformasından koparılmasın. Lâkin... Ya Silahlı Kuvvetlerin disiplini ve emre itaat ilkesi ihraç edilecekti ya da teğmenler! İdare son sözünü söyledi, bakalım yargı ne karar verecek?