2015’ten bu yana Türkiye dış siyasetini, özellikle Ortadoğu siyasetini Kürt meselesi üzerine kuruyor. İç siyaset de esas olarak bu mesele öne çıkıyor. Otoriter hamleler, demokrasi ihlalleri, güvenlik söylemi ve milliyetçi retorik önemli ölçüde Kürt sorunu, beka ve tehdit gibi temalar üzerinden doğrulanıyor.
Resmi korku Kuzey Suriye’de PKK denetiminde bir Kürt devleti kurulması, böyle durumunun Türkiye’nin Kürtlerini etkilemesi ve ülkenin bölünme ihtimalidir.
Bahçeli’nin başlattığı açılım hamlesi bu çerçevede gündeme geldi. Suriye’deki son gelişmeler, bu nedenle özellikle devlet bakımından, ülkenin en önemli gündem maddeleri arasında yer alıyor.
Suriye’deki gelişmeler sonrası Ankara’nın iki temel meselesi var.
İlki bu ülkede yeni oluşacak merkezi yönetimle ilgili. Daha doğrusu DSG ve YPG’nin yeni iktidar kompozisyonunun bir parçası olup olmayacakları, Suriye’de nizamın nasıl ve kimler tarafından kurulacağı sorusunu Türkiye açısından oldukça kritik hale getiriyor. Diğer bir deyişle, HTŞ’nin tek başına yönetici olmayacağı açık; muhtemelen başka gruplarla ittifak yapacaklar. PKK’nın bu gruplar arasına katılma isteği ortada. Türkiye ise, PKK’nın Suriyeli olmadığını belirterek şimdiden buna karşı çıkıyor. Bu tür tartışmalar ve Suriye’nin statüsü hem Türkiye hem de diğer ülkeler için gündemin ana başlıkları arasında yer alacak gibi görünüyor.
Bu, kritik ve dikkatle izlenmesi gereken bir durum.
İkincisi, Kuzey Suriye, Rojava meselesi…
Malum, 911 kilometrelik Suriye sınırı boyunca yaşayan Kürt toplulukları ve sınırın büyük bir bölümüne hakim olan Kürt örgütleri var.
Malum Fırat’ın doğusu ve batısı iki ayrı kontrol bölgesi. IŞİD’in yükseldiği dönemlerde, Amerika Birleşik Devletleri, Kürt örgütlerini IŞİD’e karşı müttefik olarak kullanmış ve onların bölgede yerleşmesini ve güç elde etmelerini sağlamıştı. Doğu’da ise İran ve özellikle Rusya, Türkiye’nin Kürtlerin yerleştiği bazı kritik bölgeleri ele geçirmesini, örneğin Membiç ve Tel-Rıfat gibi yerleri tasfiye etmesini engelliyordu. Türkiye açısından baktığımızda, oyundan düşen Rusya ve İran, birlikte, Türkiye’nin hareket alanını genişletmiş oldu. HTŞ’nin harekâtıyla birlikte, batıdaki Kürt örgütlerini ÖSO’yla tasfiye etti. Fırat’ın batısında, yani Hatay’ın altında kalan bölgelerdeki Kürt hareketi unsurlarını doğuya doğru itti.
Batı’ya gelince…
Burada bir üçgen söz konusu. Demokratik Suriye Güçleri esasen Kürt hareketinin, YPG’nin kontrol ettiği bir yapı, bu üçgenin bir tarafını oluşturuyor. Amerika bir başka tarafını, Türkiye ise diğer tarafını oluşturuyor.
Şimdi, temel mesele, batıda nasıl bir denge oluşacağı. Kürtler, Trump’ın göreve başlamasıyla birlikte, bir dönem IŞİD’e karşı üstlendikleri gibi, bu kez de aynı yapıya ve İran’a karşı bir tampon güç olarak görevlendirilmeyi bekliyor. Bunun karşılığında da en azından bir özerklik, hatta ilerleyen süreçte bir devlet kurma hedefi doğrultusunda adımlar atmayı umut ediyorlar. Türkiye, malum, bunu bir varoluş tehdidi olarak değerlendiriyor.
Peki ne olabilir?
Çatışma ihtimali daha düşük görünüyor. Batı’da, Rojava’da Kürtlere farklı bir isim ve statü ile bir alan tanınarak Türkiye’nin bunu kabul etmesi, buna karşılık Kürt Hareketi’nin hem Türkiye içinde hem de dışında silah bırakması gibi bir senaryo gündeme gelebilir. Bu, elbette, alternatiflerden yalnızca biri. Türkiye’nin MHP lideri Devlet Bahçeli’nin söylemleriyle başlattığı hamle ile bu gelişmeler arasında ciddi bir paralellik olduğu da göz ardı edilmemeli. Bu durum, hem iç hem de dış güvenlik politikalarıyla eş zamanlı ilerleyen bir mekanizma gibi görünüyor.