1976 sonlarına doğru genç memur olarak ilk tayin yerim olan Birleşmiş Milletler (BM) Nezdindeki Daimi Temsilciliğimize atanmıştım. Mesleğin nerede ise ilk basamağı sayılacak İkinci Kâtip unvanına sahiptim.
Daimî Temsilcilik Ofisi Manhattan’ın Üçüncü Caddesinde (Third Avenue) 622 numaralı binanın 33 üncü katında yerleşikti. BM binasına yürüyüş mesafesindeydi. O zamana kadar bu kadar yüksek bir binada değil çalışmak muhtemelen bulunmak dahi nasip olmamıştı. Benimki dahil bütün odalardan muhteşem bir şehir manzarası vardı. Büyükelçimiz rahmetli İlter Türkmen’in odasından Hürriyet Abidesine (Statue of Liberty) kadar uzanan bir manzara olduğunu hatırlıyorum.
Yıldıray Oğur, 28 Eylül tarihli yazısında sonradan Türkevi olarak adlandırılan binanın satın alınma hikayesini anlattı. O zamanlar Dışişleri Bakanlığı’nın politikası, kiradan kurtulmak amacıyla dış misyonlar için imkân olduğunda bina satın alınmasıydı. Tabii çok genç ve kıdemsiz bir memur olarak satın alma pazarlıklarına katılmadım. Yalnız çok sıkıntılı geçtiklerini hatırlarım. Süleyman Demirel’in 70 sente muhtaç olduğumuzu anlattığı dönemlerdi bunlar. Maaşlarımız banka transferi ile gönderilmez, bir İsviçre bankası üzerine yazılmış çekler gelirdi. Tabii bu çeklerin de ay başında gelme alışkanlığı yoktu. Devlet borçlarını ödemede sıkıntı çektiği için alacaklar tarafından el konmasını engellemek için çeklerin üzerinde “kişisel alacaktır, lütfen el koymayınız” diye bir ibare olurdu. Öyle görülüyor ki bahtsız ülkemizde devirler değişiyor ama ekonomik sıkıntılar bitmiyor.
Dediğim gibi binanın nasıl seçildiğini ve fiyatının ne olduğunu Yıldıray Oğur anlattı. Gerçekten 3 milyon dolara IBM’den satın alınmıştı. Şirket BM binasının önünde bir ofis açmış, sonradan bunun işine yaramadığına karar vermiş ve satmayı uygun bulmuştu.
Kaparo yanlış hatırlamıyorsam 300 bin dolardı. Bu para bina sahibi şirkete bir şekilde ödenmişti. Sözleşmeye göre kalan paranın ödenmesi için normal şartlara uygun bir şekilde bir süre tanınmıştı. Ancak 70 sente muhtaç olduğumuz dönemde eksik parayı toparlamak pek kolay olmuyordu. Süre kısalıyordu. IBM kalan para ödenmediği takdirde kaparonun yanacağı yolunda tehditlerde bulunmaya başladı. Sonunda bir Amerikan bankasından Hazine’nin borç olarak aldığı birkaç yüz milyon dolarlık paranın küçük bir kısmı IBM’e ödenmiş, bina da bizim olmuştu.
Ancak parasızlık had safhada olduğu için binanın ihtiyaçlarımıza göre yeniden tefriş edilmesi mümkün değildi. Eski ofisten gereken mobilya yeni binaya taşınmış, onun dışında herhangi bir masraf yapılamamıştı. IBM döneminden kalma yırtık yer halılarının ben ayrılıncaya kadar kullanıldığını hatırlarım. Sonraki yıllarda tabii binanın bakımı ve tefrişi mümkün olabildi.
Bina satın alınırken bir prestij unsuru olarak görüldüğünü ve itibar kazanmanın amaç olduğunu hatırlamıyorum. Zaten komşumuz Uganda Daimi Temsilciliğiydi. Hatta Uganda House (Evi) olarak adlandırılan binanın biraz ötede olan ABD Temsilciliğinden daha yüksek olduğu için ülkenin o zamanki eli kanlı diktatörü İdi Amin tarafından satın alındığı söylenirdi. Ayrıca o tarihlerde ABD, Uganda ve bizden başka BM’in hemen karşısında kendi binası olan ülke yoktu. Zaten çoğu ülke büyük ofis bloklarında katlar kullanırdı.
Bina 11 katlıydı. Daimî Temsilcilik Ofisi, Başkonsolosluk, Merkez bankası ve Vaşington Büyükelçiliğimizin iki müşavirliği ile Kuzey Kıbrıs (o zaman daha KKTC ilan edilmemiş, Kıbrıs Türk Federe Devleti olarak bilinirdi) temsilciliği binanın birkaç katını işgal ediyordu. Boş katların birine kira karşılığında Bangladeş temsilciliği yerleşti. Daha sonraki yıllarda da bu uygulama devam etmiştir. Hatta diplomatik muafiyeti olmayan bir kuruma kiraya verildiğinde gelirden vergi ödenmesi gereği hasıl olmuş, ABD makamları da bu vergiyi talep edince epey sıkıntı ortaya çıktığını hatırlarım. Bu sorunun nasıl çözüldüğünü doğrusu bilmiyorum.
Binanın oradaki mevcudiyetinin ülkemizin tanıtıma çok büyük bir katkıda bulunduğunu sanmıyorum. Zaten ABD’yi tanıyanlar halkının belki İsrail dışında dış dünya hakkında pek bilgi sahibi olduğunun söylenemeyeceğini bilirler. Bu BM’in merkezinin bulunduğu ve bugün 193 ülkenin temsilciliği bulunan New York mega şehri için bile geçerlidir.
Nitekim, binaya yeni taşındığımız dönemde bir gün öğle tatilinden işe dönüyordum. Giriş katındaki vitrinleri süslemek için çok fazla bir malzememiz yoktu. Atatürk ve zamanın Cumhurbaşkanı Korutürk’ün fotoğrafları, birkaç Kütahya çinisi ve bakır eşya ve tabii bayraktan ibaretti teşhir ettiklerimiz. Ben geçerken vitrinde teşhir edilen eşyayı inceleyen iki kişi vardı. Birinin ötekine “Bunların bayrağı kırmızı, komünist olmalılar” dediğini hatırlıyorum. Bu tam kocaman BM binasının olduğu meydanda ve tüm üye ülkelerin bayraklarının asılmış olduğu avlunun karşısındaki binanın önünden geçen iki düzgün giyindiklerini hatırladığım iki kişinin dış dünya hakkındaki bilgi düzeyini gösteriyordu.
Binanın ve üzerinde olduğu arsanın değeri zaman içinde tabii ki çok arttı. Satın alındıktan birkaç yıl sonra yıkılıp daha yüksek bir bina inşa edilmesi projeleri konuşulmaya başladı. Yıllar boyunca bunlar konuşulur durur oldu. Bu kadar kıymetli bir arsanın üzerinde inşa edilecek bir binanın ülkemizde dedikodu konusu olmasından çekinen ve dolayısıyla ilk adımı atmak istemeyen iktidar sahipleri arka arkaya geldi ve gitti. Zaten iktidarın sık sık el değiştirdiği dönemlerde kimse böyle bir riski almaya cesaret edemezdi. İktidar değişir değişmez, binanın dosyaları açılacak, her türlü tatsız iddia ortaya atılacaktı. Nitekim, yeni bina yapıldıktan sonra iktidar değişmedi ama birkaç gün önce patlak veren rüşvet krizi pek hoş olmadı. ABD basın haberlerine de bakılırsa yapılan bütün tanıtma gayretleri en azından bir süreliğine boşa gitmiş olacaktır. Ülkemiz bu skandal unutuluncaya kadar ABD kamuoyunda rüşvetçilikle anılacaktır. Halkbank ve Zarrab davalarının üstüne bir de bu binince, ülkemizi bu ortamda ABD’de tanıtmanın ne kadar zor bir şey olacağını düşünmekten başka bir şey yapamıyorum.
Özetle, zamanında binanın satın alınması çok önemli bir hizmet olmuştur. Türkiye New York’da çok yüksek olan kira ödemekten kurtulmuştur. Zaman içinde yatırımın çok karlı olduğu da ortaya çıkmıştır. Gerçi devlet çok istisnai durumlar hariç yurt dışındaki mülkünü paraya çevirmediği için bu değer artışı biraz teorik kalıyor. Ancak binanın ülkemizin tanıtımına büyük hizmetler sunduğunu iddia etmek pek mümkün değil. Cumhurbaşkanı ve Dışışleri Bakanı görüşmelerini orada yapıyorlar, o da hoş bir manzara yaratıyor ama Yunanistan başbakanı Mitsotakis ile sanırım ABD Dışişleri bakanı Blinken’in karşıtlarının ayağına gitme anlamına gelecek şekilde Türkevi’ni ziyaret etmek yerine başka bir mekânda buluşmayı tercih ettiklerini görüyorum. Basınımızın bir bölümünün kameraların önünde yapılan ikili görüşmelerin Türkevi’nde gerçekleşmesini bir gurur kaynağı olarak görmesi bazı ülkelerin liderlerini rahatsız etmesi şaşırtıcı değildir. Her hâlükârda ülkemizin imajını düzeltmek için görkemli binalar inşa etmek ve iktidar mensuplarının karşıtlarını oraya gelmeye zorlamak değil, demokratik ve hukuka dayalı devlet düzeni kurmak ve iç barışı sağlamak gerekmektedir.
Diğer taraftan, yine basın haberlerinden anlaşıldığı kadar, bina ile ilgili sıkıntı yaratan bir iddia da Belediye başkanına verilen hediyeler karşılığında ondan yangın mevzuatına uymamasına rağmen iskan ruhsatı alınmış olmasıdır. Umarım aradan geçen zaman içinde eksik olan işler tamamlanmıştır. Bu konuda makamlarımızın süratle gerekli açıklamayı belgelendirerek yapmaları binada çalışan ve oturan kişilerin huzuru açısından büyük önem taşımaktadır.