Cengiz Çandar: Esad’la el sıkışmaktaki amaç Kürtleri makasa almak

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye’yle ‘normalleşme’ çıkışını geçen hafta bir adım daha ileriye götürdü ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad için “Biz düşman değildik ki ailece görüşüyorduk” dedi. 

Erdoğan’ın birkaç yıl öncesine kadar ‘katil‘, ‘diktatör‘, ‘zalim’ dediği Esad’a zeytin dalı uzatması soru işaretlerini de beraberinde getirdi.

Cumhurbaşkanı benzer ‘dönüş’leri Rusya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan karşısında de sergilemişti. Ancak Suriye hepsinden farklı. Her şeyden önce yıllardır süren bir iç savaş, Suriye’nin Türkiye’deki askeri varlığı ve tarafgirliği söz konusu. Nitekim Suriye Erdoğan’ın çağrısına karşılık ne isteksiz ne de hevesli görünüyor. Diyalog için koşulları var.

O halde bu ‘normalleşme‘ nasıl olacak? Erdoğan neden Esad ile eski günleri yad edip o günlere dönmek istiyor? Ana muhalefet partisi CHP ne yapmaya çalışıyor? Mülteciler meselesi… Ve Kürtler… Kürtler bu ‘normalleşme‘nin neresinde? 

Bu soruları dış politika, özellikle de Ortadoğu uzmanı Cengiz Çandar’a sordum. Eski gazeteci, halen DEM Parti Diyarbakır milletvekili…

Cengiz Çandar.

Direkt kitabın ortasından gireyim, Türkiye ile Suriye normalleşir mi?

Bu ‘normalleşme‘ lafı (CHP Genel Başkanı) Özgür Özel’in, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la 31 Mart seçimlerinden sonra başlattığı temasına koyduğu isim. Birdenbire bir cazibe kazandı. Ana muhalefet lideri 31 Mart sonrası CHP’yi birinci parti gibi görüyor.  Seçim sonucu aritmetiği de öyle söylüyor.

Anormalliğin yıllardır hüküm sürdüğü bir ülkede, Özel’in Erdoğan’la görüşme başlatması, toplumdaki normalleşme ihtiyacına, öyle bir beklentiye cevap gibi algılandığı için, kavram, geniş bir çevrenin hoşuna gitmiş görünüyor.

Türkiye’de tuhaf bir durum var.  Bir şeyi telaffuz ettiğiniz zaman, sanki o telaffuz ettiğiniz oluyormuş gibi yaşamaya başlıyorsunuz. ‘Normalleşme‘ bir girişim. İç politikada olması istenen, hatta gerekli bir şey. Ama Özel-Erdoğan görüşmesinde, görüşmeye zemin teşkil eden en önemli şeyler gerçekleşmedi. Şimdi, “Normalleşme oldu”“Normalleşme var” diyebilir miyiz? Selahattin Demirtaş, haksız hukuksuz bir şekilde yatmaya devam ediyor. Osman Kavala’ya ilişkin beklentiler birdenbire söndürüldü.  Sinan Ateş mahkemesi bir yargı faciası olarak herkesin gözü önünde cereyan ediyor. Neyin normalleşmesi?

O zaman iktidar açısında bakacak olursak bu ‘normalleşme’ kavramı Suriye açısından da gerçekçi değil…

Tam da oraya geleceğim zaten. Dolayısıyla Türkiye’de sözü edilen normalleşme henüz ürün vermiş bir şey değil. Daha normalleşme durumu yok. Fakat bu kavram bir cazibe kazanınca, Erdoğan’ın Esad ile görüşme talebi de derhal bu levhanın altında görülmeye başladı. Sıra sanki Suriye’yle normalleşmeye geldi.  Bir ‘normalleşme‘ ki içeride dışarıda almış başını gidiyor. Türkiye kendi içinde normalleşemedi, son sekiz yılda Suriye ile arasında bir sürü akıl almaz kan davası unsuru oluşturmuş haldeyken, öyle bir konuda birdenbire ‘normalleşme’ye gidecek, öyle mi? Böyle bir durum yok.

Peki bu nereden çıktı? 

Rusya bir süredir el altından Esad ile Erdoğan arasında gidip geliyor. Esad’ın Erdoğan ile görüşme masasına oturmasının ön şartı, ‘Türkiye Suriye topraklarını boşaltsın, askerlerini çeksin, o zaman konuşuruz’ idi. Şimdi yeni olan unsur ne? Rusya, Suriye’ye “Ön şartta bulunma, buna karşılık Türkiye, askerlerini peyderpey çekeceğine dair taahhütte bulunsun” dedi. Bu bilgi sızdı. Esad’ın bu Rus girişimini kabul edebileceği izlenimi yayıldı. Tayyip Erdoğan da “Biz ailece görüşürdük, niye eski günlerimize dönmeyelim;  zaten Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız, Suriye topraklarını ilhak diye bir niyetimiz yok” gibisinden art arda açıklamalar yapıyor. Esad’ı Putin’le birlikte Türkiye’ye davet ediyor. “Olmazsa üçüncü bir ülkede görüşürüz” diyor. Esad’la 14 yıl sonra bir araya gelmek için neredeyse bir yalvarmadığı kaldı. Ancak, bir Erdoğan-Esad görüşmesi imkânsız değilse de bunun gerçekleşme şansı hâlâ çok da mümkün görünmüyor.

Türkiye askerleri Suriye’nin bir kısmını kontrol ediyor…

Suriye topraklarının yüzde 10-11’i civarında, 4 milyona yakın Suriyelinin yaşadığı bir bölümü kontrol ediyor.

Evet, Türkiye oradaki silahlı grupları da en başından beri destekliyor. Hatta Türkiye, Suriye hükümetine karşı paralel bir hükümet dahi kurdu… Ancak bu ‘normalleşme’ için Türkiye çok istekli…

Türkiye birdenbire niye bu kadar istek gösteriyor?

Niye?

Tayyip Erdoğan, Esad’ı ‘Esed‘e çevireli beri kendisinden ‘katil‘ sıfatını eklemeden konuşmuyordu. Esad’la görüşmesine dair her öneriye, büyük bir öfkeyle tepki gösterip, “Benim 1 milyon Suriyelinin kanına girmiş bir katille konuşmamı nasıl istersiniz! Esed’le asla görüşmeyeceğim” diye haykırarak meydan meydan dolaşıp nutuk atıyordu. Şimdi, “Biz zaten dosttuk, ailece görüşürdük” demeye başladı. ‘Esed’, Tayyip Erdoğan için ‘Esad’ olmaya doğru gitmeye başladı. Ne oldu? Nereden çıktı bu?

Bunu Tayyip Erdoğan’ın diğer açıklamalarıyla birlikte düşünmek gerekiyor. Türkiye, kuzey ve kuzeydoğu Suriye’de kurulu, 50 bin kilometrelik bir alanı kapsayan, 3 milyondan fazla insanın yaşadığı Suriye’nin petrol bölgesi ve tahıl ambarı bir bölgede omurgasını siyasi kuruluş olarak PYD’nin, askeri olarak YPG ve Kürtlerin Araplarla ittifak halinde Suriye Demokratik Güçleri’nin oluşturduğu alanda yerel seçimlerin yapılmasına karşı çıktı. Seçimlerin ağustos sonuna ertelendiği açıklandı. Bu bölgenin nüfusunun yüzde 65’i Kürt. Erdoğan, o bölgeyi oluşmasına Türkiye’nin izin vermeyeceği ‘Teröristan’ olarak niteledi. Askeri müdahaleyle tehdit etti. ‘Teröristan‘ diye nitelediği ve tıpkı Irak’ın kuzeyinde Irak Kürdistan Bölge Yönetimi adlı bölgeye benzer bir oluşumun önünü almak istiyor. Peki niçin Afrin’de 2018’de yaptığı gibi oraya girip o oluşumun önünü alamıyor? Çünkü orada ABD var. Omurgasını Suriyeli Kürtlerin oluşturduğu, 2018’den bu yana ‘Suriye Özerk Yönetimi‘ adını taşıyan alan, Amerikan güvenlik şemsiyesi altında. Türk-Amerikan ilişkilerinin önündeki en büyük pürüz, F-16 pazarlığı falan değil. Suriye’deki – 900 askerden ibaret olsa da – Amerikan varlığı.

ABD’nin orada olmasına İran karşı, Rusya karşı. Şam’daki Suriye rejimi kimin kontrolünde ve kimin desteğiyle ayakta durabiliyor? İran ve Rusya’nın. Şam rejiminin arkasından İran ve Rusya’yı çekerseniz Beşar Esad’ın Baas rejimi bir gün ayakta kalamaz.

Erdoğan’ın Beşar Esad’la ‘Masaya oturalım’ talebi, ‘Gel birlikte Kürtleri makasa alalım‘ davetiyesidir. Bunun bir başka boyutu da İran ve Rusya’yla birlik olup ABD’yi Suriye’den çekilmeye zorlamaktır. Erdoğan’ın Esad ile bir araya gelme çabalarının çerçevesi bu. Amerika orada durduğu sürece bu gerçekleşemez.

Zaten şöyle bir durum var orada: Esad’ın şu anda kendi gücüyle doğrudan kontrol altında bulundurduğu bölüm Suriye topraklarının yüzde 30-35’i. Gerçi Suriye topraklarının yüzde 60-70’i rejimin kontrolünde ama bunun yarısı Rusya ve İran’ın sayesinde. Esad, kendi paçasını toplayacak halde değil. Dolayısıyla, ola ki Esad’la görüşülse, onun, Türkiye’deki mültecilerin geri gönderilmesi önerildiğinde ne bunu kabul edecek mecali ve ne de niyeti var. Boş hayallere yer yok. Böyle bir Suriye yok.

Erdoğan mültecileri bir koz olarak mı tutuyor?

Mültecilerin geri gönderilmesi Erdoğan’ın birincil meselesi değil. Bu mülteciler, onun elinde Avrupa Birliği’ne (AB) karşı bir koz. Ayrıca, Türkiye içinde demografik mühendislik hesapları için de koz. Ve hatta Suriye içinde Kürt bölgelerine yönelik demografik mühendislik hesapları olarak da koz. Şu anda Türkiye’deki iktidar ‘Bir an önce Suriyeli mülteciler geri dönsün’ diye bir önceliğe sahip değil. Bu, daha ziyade CHP’nin ve bu konuyu kaşıyarak palazlanmaya çalışan küçük ırkçı partilerin konusu.

Özgür Özel partisini şu sırada birinci parti gördüğü ve gelecek iktidar adayı olarak sunduğu için, “Ben gidip Esad’la bir görüşeyim; hatta gerekirse Erdoğan’la arasında arabuluculuk yapayım” diye gereksiz bir çıkış yaptı. Özgür Özel, nereye gidecek olduğunu biliyor mu? Beşar Esad’ın kim olduğunu biliyor mu? Emin değilim.

Neden böyle dediniz? Özgür Özel hata mı yapıyor?

Kesinlikle gereksiz ve yanlış bir hamle. Mesele sadece Özgür Özel de değil. CHP’nin dış politika sorumluları, ki bazıları benim çok özel yakın dostum, onlar da Suriye ve Esad konusuna çarpık bakıyorlar. Bir bilgisizlik hali var. Suriye’deki rejimi meşru görüyorlar.

Bunu biraz açalım.

Esad rejimi meşru bir rejim değil. Arap Baharı’nın yaşandığı 2011’de Tunus’ta 24 yıllık Zeynel Abidin Bin Ali diktatörlüğü, Mısır’da 30 yıllık Hüsnü Mübarek, Libya’da 42 yıllık Kaddafi rejimi yıkılmış, Yemen, bildiğimiz Yemen olmaktan çıkmıştı. Arap Baharı’nın değdiği Arap topraklarında sadece Suriye rejimi ayakta kalabildi. Birkaç nedenden ötürü. Ve o nedenler, rejimin meşruiyetini ortadan kaldıran nedenlerdi.

Nelerdi onlar?

Gayet barışçıl biçimde, temel demokratik taleplerle 15 Mart 2011’de Suriye’de başlayan kitle gösterileri, rejimin inanılmaz zalim saldırısına hedef oldu. 1 milyona yakın insan öldürüldü. Suriye’nin 22 milyon olan nüfusunun 14 milyonu, neredeyse üçte ikisine yakını artık yaşadığı yerlerde yaşamıyor. Bu sayının yarısı ülke dışına çıktı. 6-7 milyonu Suriye içinde yer değiştirdi. Ülkesini terk edenlerin bir kısmı Türkiye’de, bir kısmı, Lübnan nüfusunun yarısına yakını Lübnan’da, bir diğer kısmı Ürdün’de. Görece olarak az bir bölümü başka Avrupa ülkelerinde. 

Beşar Esad’ın Baas rejimi kendi halkının kanına girerek katliamlarla ahlâki anlamda meşruiyetini zaten çoktan kaybetmiş durumda. Rusya’nın insafsız hava bombardımanları ve Türkiye ile zımnî bir anlaşmayla, ülkenin en büyük kenti Halep’e binlerce insanın ölmesi pahasına hâkim olabildi. Rusya’nın, İran’ın ve Lübnan Hizbullah’ının tüm askeri desteğine rağmen de rejim gidebilirdi. Orada imdadına Obama yönetimi, bir bakıma Obama yönetiminin ‘ihanet‘i geldi.

Obama hükümeti nasıl ihanet etti?

Obama, Suriye rejimi kitle imha silahı, biyolojik ve kimyasal silah kullandığı takdirde askeri müdahalede bulunacağını ilân etmişti. 2003’te Irak’a müdahalenin gerekçesi gibi… Esad rejimi kimyasal silah kullandı. Şam’ın banliyösü Doğu Guta’da. Bütün dünya ABD’nin söz verdiği şekilde harekete geçmesini beklerken, Rusya bunu engelleyebilecek değilken Obama yönetimi Rusya’nın Şam rejimi namına kendisine verdiği birtakım güvenceleri kabul edip caydı. Obama, zaten ABD’nin Ortadoğu’dan kademeli biçimde çekilmesi gerektiği zihniyetindeydi. Suriye’de işleri tırmandırmak istemedi. Frene bastı.  

Bütün bunlar rejimin ayakta kalmasını sağladı. Ama rejimin bu şekilde devamlılığı rejimi meşru kılmaz. Niye kılmaz? 

BM Güvenlik Konseyi’nin meşhur 2254 sayılı kararı var, 18 Aralık 2015 tarihli… BM Güvenlik Konseyi kararları zamana dayanıklıdır, kalıcıdır. Tıpkı Filistin konusundaki 1967’de alınmış 242 sayılı karar gibi. Söz konusu karar, hâlâ iki devletli çözümün temelini oluşturuyor. Suriye için de BM Güvenlik Konseyi’nin geçerliliğini koruyan tek kararı, 2015 tarihli 2254 sayılı kararıdır. Hem ABD’nin hem Rusya’nın, hem Çin’in, Fransa ve İngiltere’nin ortaklaşa altına imza koyduğu pek az sayıdaki karardan biri bu karar. Anladık “Dünya beşten büyüktür” ama BM Güvenlik Konseyi de veto yetkisine sahip beş ülkenin konsensüsü olmadan karar alamıyor. O konsensüs, uluslararası güçler arasındaki nadir bir uzlaşmayı ifade etmesi bakımından önemlidir. BM Güvenlik Konseyi’nin ABD, Çin ve Rusya’nın müştereken mutabık kaldığı 2254 sayılı kararı, BM gözetimi altında Suriye’nin bir süreç içinde seçimlere gitmesini ve yeni bir iktidarın oluşmasını öngörüyor. Bu kararı Esad rejimi bloke etti. Ahlaki meşruiyeti zaten olmayan Şam rejimi, uluslararası hukuk açısından da meşruiyeti sorgulanabilir bir durumda. De facto olarak Suriye topraklarının yarısını kontrol edemiyor, meşruiyeti sorgulanabilir bir durumda. 

Hal böyleyken, Özgür Özel, Esad ile ne üzerine anlaşacak? Esad onunla niye anlaşsın? Bir de kendinizi alçaltıcı bir role sokuyorsunuz, Erdoğan ile arasında arabuluculuk yapmaya talip oluyorsunuz. Yani Esad Erdoğan’la konuşamıyor, Özgür Özel gidip bir tür çöpçatanlık yapacak. Olacak şey mi bu?

Yeniden Türkiye-Suriye ‘normalleşme’sine dönecek olursak en başından itibaren Türkiye, Suriye meselesinde nerede hata yaptı?

Bakın, 2011’e dönecek olursak Türkiye’nin Esad’a yüz çevirmesinde bir yanlışlık yoktu. Arap Birliği’nde bile Suriye’nin üyeliği askıya alınmıştı. Suriye’ye komşu ülkeler, Suriye’nin Dostları adı altında Türkiye ve Fransa’nın başını çektiği birçok ülke toplantılar yapıyordu. Rejimin günleri sayılı görünüyordu…

Türkiye hatayı en başında, 2011’de yapmadı. Nerede yaptı? Giderek cihadçı, Selefi grupları destekleyerek yaptı. İŞİD’e karşı doğru dürüst tavır almadı. Sınırları Selefi güçlere -İŞİD dahil- açık hale gelmişti. O yılların itibarlı yabancı medyasında, Türkiye ‘cihadçı otoyolu‘ olarak niteleniyordu. 

İŞİD’e karşı İŞİD’in beli kırıldıktan sonra 2016 Ağustos’undaki Fırat Kalkanı operasyonunda Carablus’ta ve daha ziyade El-Bab’da bir miktar savaşıldı. Bir taş atımlık mesafedeki Kobani 2014 Eylül’ünde İŞİD tarafından kuşatıldığında Türkiye seyretti. Erdoğan, “Kobani düştü düşecek” diye müjde verir şekilde konuşuyordu.

Türkiye, el Nusra ile birlikte oldu. El Nusra dediğiniz, el Kaide’nin Suriye kolu. El Nusra, Serekani’de (Resulayn) YPG ile savaşırken, yaralı savaşçıları sınırın Türkiye tarafında Ceylanpınar’da tedavi görüyordu. Bunun belgeleri var. PYD Eş Başkanı Salih Müslim’in oğlu el Nusra’ya karşı Serekani’de savaşırken hayatını kaybetti. 

Şu anda Türkiye kontrolündeki İdlib ilinde yönetim ve Türkiye-Suriye arasındaki sınır kapısı Bab el-Hava’nın kontrolü ve yönetimi Heyet Tahrir el Şam’da (HTŞ). HTŞ, el Nusra’nın başka bir deyimle Suriye el Kaide’sinin yeni adı. İdlib’de Türkiye ile beraber. Türkiye, ayrıca Ahrar el Şam, Feylaq el Şam gibi bir dizi el Kaide türevini, Selefi örgütü destekliyor. Bir de Hamza Tugayları, Sultan Murat Tugayları adı altında doğrudan kendi kurduğu örgütler var. Bunları Afrin’de, daha sonra Tel Abyad’da, Resulayn’da yaptığı gibi Kürtlere karşı kullanıyor. 

Suriye’nin Türkiye kontrolü altındaki bölgelerinde, Türk parası kullanılıyor, PTT hizmet veriyor; Hatay valiliği, Kilis valiliği, Gaziantep valiliği idari yetkiler kullanıyor. Afrin’in zeytinleri orada burada satılıyor. 

Bu politikanın savunulacak bir yanı var mı? Bu politikayı, ‘Suriye’nin toprak bütünlüğü‘ kavramına sığınarak açıklayabilir misiniz?

Bir de Kürt meselesi var. Erdoğan, Kürtleri Suriye’de ‘tehdit’ olarak görüyor. Erdoğan’ın son zamanlarda kurduğu söylem ise “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıyız.” Buna dair ne söylemek istersiniz?

Türkiye’nin toprak bütünlüğüne Suriye Kürtlerinden gelen bir tehdit mi var? Kuzey ve Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi adı altında omurgasını Kürtlerin oluşturduğu, 50 bin kilometrekarelik bir alanda bir yönetim var. Bu, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne niçin tehdit olsun? 

Kaldı ki 2012’de Şam rejimi çekildiğinden beri Kobani’de, Cezire vilayetinde, Kamışlı, Haseki, Amude, Derbesiye, Derik, vs.de, 2018’e dek Afrin’de özerk yönetim kurulmuştu. Yani 12 yıldır, bir kısmı Arap, bir kısmı Hristiyan, Çerkes (Münbiç’te) ve hatta Türkmen, yüz binlerce insan, sabah uyanıp fırına gidip ekmek alıyor, çocuklar okula gidiyor. Konya ve Kayseri vilayetleri kadar bir alanda, 2-3 milyon insan 12 yıldır böyle yaşıyor. Türkiye’den ne bir karış toprak talep ediyorlar, ne tehditte bulunuyorlar.

Daha önce de söyledim, bu alan Suriye topraklarının petrol bölgesi ve tahıl ambarı. Buradan çıkan petrol ve tahıl, Beşar Esad rejimine de satılıyor. Ruslar, Erdoğan ile Esad arasındaki arabuluculuk gibi, Kuzey ve Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi ile Şam rejimi arasında da arabuluculuk yapıyor. Hatta Suriye’de federal anayasal bir çözüm için Kürt tezlerine yakın önerilerini Şam rejimine götürdü ama Beşar Esad, merkeziyetçi rejiminden vazgeçmediği için yanaşmadı. Yine de YPG, Suriye ordusunu Kobani’de konuşlanmaya davet etti. Kamışlı’da rejimin askerleri ve görevlileri var. Yani Suriye Kürtleri, Türkiye’ye bir güvenlik tehdidi oluşturmadıkları gibi, Suriye’nin de toprak bütünlüğüne bir tehdit oluşturmuyor. Suriye’den ayrılmak gibi bir amaçları yok. Konu, özerk yönetim mi, Şam merkezli eski statükonun devamı mı noktasında tıkanıyor.

Sorun, Türkiye’nin Kürtlere ilişkin olumsuz algısından kaynaklanıyor. Ta 2015 Ocak ayında Erdoğan Somali dönüşü uçakta gazetecilere çok önemli bir açıklamada bulundu. “Kuzey Irak’ta olanın Kuzey Suriye’de olmasına izin veremeyiz” diyor, mealen her ne pahasına olursa olsun, bunun önüne geçileceğini söylüyor. Dikkat edin, Ocak 2015. Çözüm süreci devam ediyor. Daha seçimler yapılmamış. Bu bakış açısını çeşitli vesilelerle defalarca dillendirdi. Barzani yönetimiyle onca iç içe dost haline rağmen, Kuzey Irak’taki duruma bile aslında tahammülü yok. Nedir Kuzey Irak’taki durum? Kürtlerin özerk yönetimi. Yani, Kürt ve özerlik sözcüklerinin yan yana gelmesine, bu kavramların bir arada bulunmasına tahammül yok.

Türkiye, Kürtleri Suriye’nin meşru bir aktörü olarak kabul edip öyle görerek kendisini Kürtler üzerinden Suriye’nin geleceğine bakmaya alıştırmazsa Suriye konusunda yol alamaz.

Cenevre’de Birleşmiş Milletler gözetiminde, bir bakıma ABD’nin sponsorluğunda yapılan görüşmelerin en büyük zaafı orada Suriye Kürtlerinin temsil edilmemesiydi. Buna Türkiye veto koyduğu için, Kürtler Cenevre’de temsil edilemedi. Türkiye bir de Rusya ve İran ile birlikte olarak Astana görüşmelerini oluşturdu. Sözde Cenevre’ye rakip değil, tamamlayıcı dendi ama bal gibi Cenevre’ye rakip olarak oluştu ve BM’nin girişimlerini sakatladı.

Bütün bunlar, Türkiye’nin Kürt sorununa ve buna bağlı olarak Suriye Kürtlerine bakış açısını değiştirmemesi nedeniyle oldu. Geldiğimiz yer ve buradan bir yere gidemediğimiz de belli.

Türkiye en azından şimdilik Kürtleri ‘meşru’ aktör olarak görmeye ikna olmuş değil. Kürtler açısından Türkiye-Suriye ilişkilerinin normalleşmesinin etkisi ne olur?

Erdoğan-Esad yakınlaşmasının Kürtler açısından faydası olmaz. Çünkü o yakınlaşma çabasının temel dürtüsü zaten Kürtleri kuzeyden ve güneyden, ortaklaşa makasa almak; giderek Rusya ve İran’ın hoşuna gidecek biçimde ABD’nin Suriye’den çıkartılmasını sağlayarak Kürtleri güvenlik şemsiyesinden yoksun bırakmak. Bu yakınlaşma çabasının varması tasarlanan ve yerel bağlamda bakıldığında hem Esad’ı ve hem Erdoğan’ı tatmin edecek olan, Suriye Kürtlerinin elde etmiş olduğu statünün ortadan kaldırılması, özerk yönetime son verilmesi. Amaç bu. Amaç bu olunca, Suriye Kürtlerinin ve dolayısıyla Türkiye Kürtlerinin de Erdoğan-Esad yakınlaşmasından çıkarı sıfır. Kocaman bir sıfır.