Seçim anketleri bu kez yanıltmadı. İşçi Partisi, Tony Blair’i başbakanlığa taşıyan 1997 seçimlerinden bu yana en büyük galibiyetini kazanarak iktidara geldi.
İşçi Partisi lideri Keir Starmer, seçim sonuçlarının açıklanması ardından yaptığı zafer konuşmasında gayet kapsayıcı bir dil kullandı, halka hizmet hedefinin altını çizdi. Yeniden yapılanma mesajı verdi. Ülkenin çıkarlarını parti çıkarlarının önünde tutacaklarını vurguladı. Şimdi Starmer’ın önünde hayli zorlu bir ajanda var.
Peki İşçi Partisi iktidarında İngiltere siyasetinde nasıl bir değişim bekleniyor? Öncelikli konular neler? Hükümet değişikliği dış politikaya ve Türkiye-İngiltere ilişkilerine nasıl yansıyacak?
Önce seçimlere dair kısa bir değerlendirme notuyla başlayalım. İngiltere’de sandıktan çıkan sonuç seçmenin değişim talebini net bir şekilde ortaya koymuş oldu. Burada İşçi Partisi’nin yönetmeye yetkin bir muhalefet partisi olduğuna seçmeni ikna etmekteki başarısını teslim etmeli. Ancak yakından bakıldığında ne Starmer çok karizmatik bir lider ne de İşçi Partisi’nin seçim manifestosu sorunları kökten çözecek sihirli bir formül sunuyor.
Seçim sonuçlarını okurken, seçmenin sandıkta 14 yıllık Muhafazakar Parti iktidarını yönetim başarısızlığı kadar, partiye sinmiş olan ahlaki yozlaşma sebebiyle de cezalandırdığını göz ardı etmemek gerek. Rishi Sunak’ın erken seçim ilanı ardından patlak veren bahis skandalı (partililerin erken seçim tarihi üzerine bahis oynadıklarının ortaya çıkması) Muhafazakar Parti’nin imajına son darbeyi indirmiş oldu. Aşırı sağ Reform Partisi’nin dört sandalye kazanarak ilk kez parlamentoda temsil edilecek olmasında Muhafazakar Parti’nin kendisine verilen krediyi tüketmiş olmasının payı var.
Şimdi bir taraftan İşçi Partisi’nin ne kadar solu temsil eden bir parti olduğu tartışılıyor. 1997 seçimleri öncesi, Blair, partinin meşhur 4. Maddesinde özel mülkiyete alan açacak şekilde yaptığı düzenlemelerle İşçi Partisi’ni merkez solda konumlandırmıştı. Bugün İşçi Partisi’nin ekonomi politikalarına baktığımızda özel yatırımı teşvik eden, hem işçinin hem işverenin partisi olma gayesini ortaya koyan bir yaklaşım benimsediğini görüyoruz.
Bir taraftan sendikalarla yapılacak görüşmelerle ücretlerde kısmi artış hedefleniyor -ki bu süreç kaynak sıkıntısı sebebiyle epey sancılı olacak. Öte yandan, İşçi Partisi iktidarının ilk yüz günlük programında düzenlenmesi planlanan Küresel Yatırımcı Zirvesi işveren kesiminin olduğu kadar uluslararası yatırımcılarının da güvenini kazanmak açısından ön alıcı bir hamle olarak yorumlanabilir.
Dış politikanın partilerin seçim kampanyasında önemli bir yer tuttuğu söylenemez. Zira iç siyasette ekonomiden, eğitime, sağlıktan barınmaya pek çok alanda çözüm bekleyen yapısal sorunlar var. Bu sorunların çözümü ülkede yavaş işleyen bürokrasinin ve arkaik zihniyetin değişmesini gerektiriyor. Dolayısıyla, hükümetin önceliği -dış politikada beklenmedik bir kriz çıkmazsa- iç politika olacak.
Ekonomide kaynak yaratmak için vergilerde yeni düzenlemeler yapılacak. Örneğin, özel okul ücretlerinde yapılacak KDV artışlarından elde edilen gelir, devlet okullarına yeni öğretmenlerin atanmasına aktarılacak. Doktor ve dişçi randevusu bekleyenlerin sorununa çare olacak düzenlemeler uygulamaya konulacak. Ayrıca konut sorununu çözmek amacıyla bir inşaat seferberliği başlatılması bekleniyor.
İşçi Partisi ilk sene içinde yaklaşık 300 bin ev inşa edilmesi vaadini yerine getirebilmek için planlama teşkilatlarına ek çalışan yerleştirilmesi suretiyle inşaat izin süreçlerini hızlandırmayı hedefliyor. Bu bağlamda, yeşil alanların yüzde birlik kısmının imara açılması da düşünülüyor.
İşçi Partisi’nin dış politikası bundan böyle açıksözlülüğü ve lafını esirgemeyen üslubuyla tanından, eski ABD Başkanı Barack Obama’nın Harvard Law School’dan arkadaşı David Lammy’ye emanet.
Lammy’nin ABD eski Başkanı Donald Trump için “kadın düşmanı ve Neo-nazi sempatizanı” ifadelerini kullandığı, Fransa Ulusal Birlik Partisi (RN) eski lideri Marine Le Pen için toksik ve kötücül dediği ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun yargılanması gerektiğini savunduğu biliniyor. Haliyle, Trump yeniden başkan seçildiği ve Ulusal Birlik Partisi parlamentoda çoğunluk elde ettiği takdirde, İngiltere’nin ABD ve Fransa ile ilişkilerinin nasıl seyredeceği merak konusu.
Genel itibariyle İşçi Partisi’nin dış politika manifestosuna baktığımızda, ülkeyi Brexit macerasına sürükleyen imparatorluk yıllarına duyulan özlemi bir kenara bırakan, günümüz şartlarına göre ülkenin dünyadaki konumunu gerçekçi bir mercekten değerlendiren ve ittifak ilişkilerini kuvvetlendirmeyi hedefleyen pragmatik bir dış politika vizyonu sunduğunu görüyoruz. Bu bağlamda, yalnızca AB ile değil, İngiltere’nin genel olarak ittifak bağlarının güçlendirilmesi gerekliliği ve çok taraflı bir dış politika vurgusu göze çarpıyor.
İngiltere gibi kurumsal dış politika ve diplomasi geleneğine sahip ülkelerde dış politika yönelimleri kolay kolay değişmez. İşçi Partisi iktidarında Ukrayna, transatlantik ilişkiler, Ortadoğu veya Pasifik olsun, dış politika başlıklarında radikal bir değişiklik beklenmiyor.
Hatta Starmer, Şubat ayında Kiev’e yaptığı ziyarette partisi başa geldiği takdirde İngiltere’nin Ukrayna’ya savunma desteğinin devam edeceği güvencesini vermişti. ABD’nin giderek daha izolasyonist bir dış politikaya yöneldiği, Avrupa’da aşırı sağın güçlendiği, NATO ittifakının geleceği ve Rusya ile ilişkiler konusunda karışık seslerin yükseldiği bir arka planda İngiltere’nin transatlantik iş birliğini nasıl yöneteceği, Avrupa güvenliği açısından önemli olacak.
Bugüne dek dış politika konularında genel itibariyle Washington ile hizalanan İngiltere açısından Washington’un ilerleyen dönemde dış politika yöneliminin kestirilemiyor oluşu belirsizlik yaratıyor. ABD’yle hizalı bir dış politikanın ülkenin her zaman çıkarına sonuçlar doğurmadığını savunanlar 2003’teki Irak işgalini hatırlatıyor. Bu bakımdan, önümüzdeki dönem İngiltere’de en çok tartışılacak konulardan biri bağımsız dış politika başlığı olacak.
Uzun ve köklü bir diplomatik geçmişe dayanan Türkiye-İngiltere ilişkileri, uzunca bir süredir Türkiye’nin AB ve ABD ile ilişkilerine kıyasla son derece olumlu bir seyir izliyor. NATO ve G-20 başta olmak üzere birçok uluslararası kuruluşta birlikte yer alan iki ülke arasındaki işbirliği ekonomi, ticaret, turizm, eğitim ve savunma gibi pek çok alanda gelişmeye devam ediyor.
İngiltere, Türkiye’nin en önemli ticaret ortaklarından biri. 26 milyar sterlinlik ticaret hacminin yanı sıra, İngiltere aynı zamanda Türkiye’ye en çok dış yatırım yapan 5. ülke konumunda. Son dönemde atılan adımlarla ticaret hacminin daha da artırılması bekleniyor. Türk Hava Yolları’nın yakın zamanda sonuçlandırdığı anlaşma kapsamında Airbus’tan tedarik edeceği 220 uçağın motorları İngiltere merkezli Rolls Royce tarafından sağlanacak. İngiltere geçtiğimiz yıl, Türkiye’nin 140 km’lik Yerköy -Kayseri yüksek hızlı elektrikli demiryolu projesine 1 milyar sterlin değerinde finansman sağlayacağını açıklamıştı.
Yakın ilişkiler ortak çıkarların yanı sıra karşılıklı güven ilişkisinin bir yansıması. 2016 darbe girişiminden sadece üç gün sonra İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve ABD’den Sorumlu Temsilcisi Sir Alan Duncan’ın Türkiye’ye yaptığı ziyaret Ankara tarafından unutulmadı. Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemiş olan İngiltere, Brexit sonrası Ankara ile daha yakın ilişkiler geliştirme yoluna gitti. İngiltere Türkiye ile küresel ve bölgesel meselelerde çoğu zaman ortak bakış açısına sahipken, iki ülkenin ayrıştıkları noktaları diplomatik bir dille Ankara’nın tepkisini çekmeden masaya koyuyor olmasının da ilişkiler üzerinde olumlu etkisi olduğu söylenebilir.
Türkiye açısından önümüzdeki dönem takip edilecek en önemli konulardan biri Serbest Ticaret Anlaşması’nın STA güncellenmesi olacak. İngiltere, 2020 yılında AB’den çıkarken gümrük birliği koşullarının sürdürülmesi ve ticaretin aksamaması için Türkiye ile ürünleri kapsayan geçici bir serbest ticaret anlaşması imzalamıştı. Ancak iş çevreleri uzun zamandır bu anlaşmanın tarım ürünleri, dijital ticaret ve hizmetleri kapsayacak şekilde genişletilmesini talep ediyordu. Bu konuda nihayet geçtiğimiz aylarda sonuç alınmış, müzakerelerin 10 Haziran itibariyle başlaması üzerinde anlaşılmıştı. Ancak seçimler sürece sekte vurdu.
İşçi Partisi’nin Ticaret Bakanı Jonathan Reynolds’ın seçim öncesi beyanatları, selefi döneminde imzalanmış ve müzakere süreci devam eden ticaret anlaşmalarını koruyacaklarına işaret ediyor. Reynolds’ın ticaret anlaşmalarında nicelikten ziyade niteliğe odaklanacakları dair mesajı da Türkiye ile müzakerelerin devam edeceğini düşündürüyor. Zira, Türkiye ile imzalanan STA’nın İngiltere ekonomisinin güçlü olduğu hizmetleri içerecek şekilde genişletilmesi Türkiye’nin fazla verdiği ticaret dengesini kısmen de olsa İngiltere’nin lehine değiştirebilir. En azından iki ülke arasında pazarlıkların bu nokta üzerinden şekilleneceğini söyleyebiliriz.
Türkiye jeopolitik konumu, askeri gücü ve yatırım imkanlarıyla İngiltere açısından cazip bir ortak olmaya devam edecek. Siyasi belirsizliklerin ve çatışma riskinin yükseldiği uluslararası ortamda, Avrupa ülkeleri şayet stratejik otonomi hedefinde samimilerse, Türkiye gibi AB üyesi olmayan, NATO ülkelerinin Avrupa savunmasına entegrasyonu konusunu gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirmeleri gerekiyor. İngiltere bu konuda yapıcı bir rol oynayabilir. Bu bağlamda, İngiltere’nin yeni başbakanının 9 Temmuz’da katılacağı NATO Zirvesi’nde ve 18 Temmuz’da ev sahipliği yapacağı Avrupa Siyasi Topluluğu Zirvesi’nde vereceği mesajlar önümüzdeki dönemin dış politika yönelimine dair ipuçlarını verecek.