Bu haftanın yazısına oturduğumda aklımda tabii ki Meral Akşener’in Beştepe’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile buluşması vardı. Bazen önce başlık atar sonra yazarım. Bu sefer de öyle oldu. Önce “İYİ Parti’nin kötü sonu” başlığını atıp yazmaya başladım, olmadı, tıkandım. Sonra başlığı değiştirip, dün yaptığım yayında İYİ Parti’nin önde gelen isimlerinden Tolga Akalın’ın söylediklerinden hareketle “İYİ Parti Meral Akşener’den büyük mü sahiden?” başlığını atıp, “değil” diye yazmaya başladım. Ama yine olacak gibi değildi. Daha önce defalarca yazdığım bu konuda yazma heyecanım kalmamıştı. Aklıma, siyasi parti kongrelerine özel bir ilgim olmasına rağmen, 27 Nisan’daki olağanüstü kongreye gitmeyi hiç aklıma bile getirmemiş olduğumu hatırladım. Ve imdadıma bir okuyucu e-postası yetişti.
Bir KHK’lının mektubu
Önce, “yurtdışındaki bir KHK’lı olarak yazıyorum” diyen adı bende saklı okurumun söylediklerini aktarmak istiyorum:
“Kısa bir süre içerde yattıktan sonra ‘kendi imkanları ile’ yurtdışına çıkmış bir KHK’lıyım. Yurtdışına çıktım zira yurtiçinde kalmak bildiğiniz üzere bizim için iyi bir seçenek değil.
Öncelikle yayınlarınız için teşekkür ederim, zira bu yapı (cemaat demekten imtina ediyorum) mide bulandırıcı işler yaptılar ve çok sayıda insanı hükümetin önüne kurban olarak attılar. Bununla alakalı olarak sizi meşgul etmek istemiyorum zira asil maksadım ilk önce teşekkür ardından bir konuya dikkatinizi çekmek.
Son zamanlarda yaptığınız yayınlar nedeniyle eminim benim gibi insanlardan çok sayıda ileti alıyorsunuzdur. Olumlu veya olumsuz. Olumsuz olanlara takılmadan lütfen bu tarz yayınlara ve ifşalara (adına her ne derseniz deyin) lütfen devam edin. Devam edin çünkü çok fazla insan suçsuz ve sebepsiz yere ezim ezim eziliyor. İçeride yatanlar, dışarıda sürünenler. Yurtdışında bir çıkış yolu arayanlar.
Bir şekilde bir sulh, bir barış ortamı oluşturulmalı diye düşünüyorum. Zira hükümetin 15 Temmuz sonrası uyguladığı ısrarlı yanlış politikalar ve uygulamalar neticesinde büyük bir kalabalık toplumdan koparıldı ve hatta ve maalesef militanlaştırıldı. Ve maalesef bu durum sadece bu yapıya ve hükümet içindeki bazı insanlara yarıyor. Bir sulh, bir barış olmalı diye düşünüyorum.”
Ebuseleme Gülen yayınının etkileri
Bu mektubu, Fethullah Gülen’in yeğeni Ebuseleme Gülen ile neden yayın yaptığıma anlam veremeyenlere bir cevap olarak görüyorum. Ve tabii dünyanın dört bir yanındaki Fethullahçıların neden kırmızı boğa görmüş boğa gibi yeğen Gülen’e ve bana son derece arsız saldırılarının açıklaması olarak da.
Defalarca söyledim, bir kez daha tekrarlamak istiyorum: Fethullah Gülen’i seven, ona güvenen, onun güdümündeki gazetelere abone olan, bankaya para yatıran, sendikaya üye olan kişileri, başta 15 Temmuz darbe girişimi olmak üzere bu şebekenin yasadışı işleriyle doğrudan bağları olmadığı aşikâr olmasına rağmen, işlerinden ederek, hapse koyarak vs. cezalandırmak yanlıştır, orta ve uzun vadede, öncelikle bu kişiler ve yakın çevrelerine, ama genel olarak tüm ülkeye zararı olacaktır.
Ekrem Dumanlı ABD’de keyif çatarken…
Fethullahçıların en büyük özelliği insanları kullanmalarıdır. Bunu farklı yollarla yaparlar. Öncelikle onlara “duymak istedikleri” şeyleri söyler, gururlarını okşar ve kendi gerçek amaçları hakkında yalan söylerler. Çoğunu yakından tanıdığım ve sevdiğim birçok entelektüel Fethullahçıların gazetelerinde yazmayı sürdürdükleri için çok ağır bedeller ödedi: Şahin Alpay, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Mümtazer Türköne… Ama bir-iki istisna dışında Fethullahçı medyanın kendi içlerinden yetişmiş elemanları kapağı yurtdışına attı.
Düşünebiliyor musunuz, mesela Ekrem Dumanlı yaşam konforundan pek de bir şey kaybetmeden ABD’de hayatını sürdürüp YouTube yayınlarında ülkede, diyelim ki sırf Zaman Gazetesi’ne abone olduğu için mağdur edilen sıradan insanlar üzerinden -yeni tabirle- duyar kasıyor.
Ekrem Dumanlı
“FETÖ” düşmanlarının günahı
Binlerce kişinin işini, özgürlüğünü kaybetmesi ve diğer mağduriyetler sadece yurtdışındaki Fethullahçı şebekenin işine gelmiyor, onların düşmanı geçinenler -ve tabii ki bu sayede geçinenler- de “oh olsun”, “bu az bile” demekten geri kalmıyorlar. Bunların içinde Hüseyin Gülerce, Latif Erdoğan gibi Gülen’in en yakınında olup her türlü günahın, kötülüğün birinci derecede parçası olmuş kişilerin bulunması ayrıca tiksinti verici.
Nasıl Fethullahçılık bir meslekse “FETÖ’ye karşı savaş” da öyle. Ve her iki tarafın da birbirine ihtiyacı var. Bu nedenle bu süreçte intikam hırsıyla binlerce insana mağduriyet yaşatmadan da bu mücadelenin sürdürülebileceğini düşünen, savunan, bu konuda çaba gösteren insanlar her iki kutup tarafından da sevilmiyor.
Yapılması gereken, okuyucumun da dediği gibi öncelikle bir toplumsal sulh, barış ortamını tesis etmek. Fethullahçı yapıyla gerçek ve etkili bir savaş için bu barışa Türkiye’nin ihtiyacı var.
***