Kılıçdaroğlu’nun görmek istemediği

Başkan Erdoğan ile CHP'nin yeni genel başkanı Özgür Özel'insadece görüşüyor olmaları bile siyasetteki gerilimi azaltmayayetti.

İşin siyasi boyutu, içeride neler konuşulduğu, hatta konuşulanları "not etmek" için seçilen ve en çok da Selin Sayek Böke'yi şaşırtan eski ABD Büyükelçisi Namık Tan akla farklı soru işaretleri getirse de sonuç olumluydu ve sokak da müspet karşıladı.

Başkan Erdoğan da görüşme sonrası "yumuşamaya" özel vurgu yaptı:

"Ben de Özgür Bey'e ilk fırsatta böyle bir ziyaretin karşılığını yapacağımı söyledim.

Türkiye'nin buna ihtiyacı var.

İlk fırsatta da bu ziyareti gerçekleştirerek Türkiye'de siyasetinyumuşama sürecini başlatalım istiyorum."

Bu buluşmanın ayrıntıları, küresel boyutu, içeriye yönelik etkileri elbette tartışılıyor ve daha da tartışılacak.

AK PARTİ DE CHP DE DEĞİŞTİ

İşareti aslında sandıkta millet verdi. Ama şu da bir gerçek:

AK Parti de CHP de işareti almaya hazırdı. Seçim öncesi yaşanan toz dumandan görülmese de bu iki parti siyaseten birbirine yaklaştı. AK Parti sadece çevreden "merkez"e doğru sosyolojisini değil, siyasetini de taşıdı.

Temel sorunlarla yüzleşti, farklı sosyolojileri yakınlaştırdı, Atatürk'ü sahiplendi, Türkiye Yüzyılı'nı kavramsallaştırdı ve vesayeti sonlandırdı.

Bu süreç farkında olmasa da CHP'yi de değiştirdi.

Sert ve kutuplaştırıcı siyaset izlese de dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, karşı çıktığı başörtüsünü kabullendi, muhafazakârlara, milliyetçilere yaklaştı ve İyi Parti örneğinde olduğu gibi onların CHP'ye oy vermesinin önünü açtı.

Bu arada yüzde 1'lik muhafazakâr ve milliyetçi partileri de CHP'nin içine kattı.

Şu tesadüf olabilir mi? Aynı zaman diliminde CHP gibi "katı laik ve sol" bir partinin "lider" adayları sağ gelenekten gelen Ekremİmamoğlu ve Mansur Yavaş'tı...

KILIÇDAROĞLU'NUN MİSYONU BİTTİ

Bu siyasi tabloyu Kılıçdaroğlu'nun sert ve yıkıcı siyaset diliyle devam ettirmesi mümkün değildi. Tıpkı Akşener gibi o da misyonunu tamamladı ve çekilmek zorunda kaldı. Buna AK Parti'nin de CHP'nin de hatta iç cephenin güçlenmesi için Türkiye'nin de ihtiyacı vardı. Özgür Özel'in şu sözü tam da bunu anlatıyor:

"Dışarıda Türkiye'nin, içeride partimizin çıkarınıseslendireceğiz."

Bu yeni bir siyasi iklim demekti. Süreç sabote edilmezse büyük ihtimalle gelecekte, "her sosyal kesimden oy almayı hedefleyenve birbirini düşmanlaştırmayan" iki büyük partinin siyasi yarışına tanık olacağız. Süreç doğası gereği 90'larda bir araya getirilen DYP-SHP koalisyonuna da, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası "mutabakat hükümeti" zorlanmasına da benzemiyor.

Tabii risk ihtimali de var. Hatta şimdiden başladı bile. Eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kaybetmeyi kabullenemediği için sabah akşam CHP yönetimini zora sokan, sıkıştıran açıklamalar yapıyor. Görev yaptığı 14 yılda yürüttüğü ve toplumda karşılık bulmayan "yıkıcı siyaseti" büyük bir başarıymış gibi anlatıp duruyor. Ülkenin 2013 yılında tıpkı Brezilya ve Mısır gibi ekonomik ve siyasi saldırılara uğradığını, kuşatıldığını, darbelerle karşı karşıya kaldığını, terör saldırılarıyla sarsıldığını unutarak şöyle diyebiliyor:

"Ben, rahmetli Demirel, rahmetli Erbakan, rahmetli Ecevit gibi demokrasiyi içselleştirmiş bir siyasi rakiple değil, yargısıyla, askeriyesiyle, istihbaratıyla 'BAAS' partisi benzeri,devletleşmiş bir yapıyla mücadele ettim."

Güler misin ağlar mısın? Hangi partinin BAAS partisine benzediğini herkes biliyor. Ama şu da biliniyor: AK Parti'yi böyle eleştirdiği ve yıkıcı siyaset izlediği için her genel seçimi kaybetti ve sonunda da partisi tarafından hançerlendi. Şimdi gerilim sürsün ki belki geri dönerim derdinde...